Ana içeriğe atla

İstanbul'da Var

Birkaç güne Yedi Tepeli Şehre gideceğiz. Bir Ankara'lı, deniz özürlü, nem özürlü, kuru ayazlı, kuru sıcaklı bir vatandaş olarak, tepe, nem, deniz, deniz kıyısı, deniz kıyısında banklar, deniz kıyısında banklar ardında çay bahçesi, balık restoranı göreceğim. Kıyı boyunca inci gibi dizilmiş, diziler sayesinde gecesini gündüzünü her açıdan bildiğim yalıları, kafeleri, parkları..

Türkiye'nin kimse söyleyemese de, yıllar yılı yabancı kanallarda Hava Durumları'nda tek gösterilen asıl başkenti.

Her ay bir başka Sanat Festivali'ne, yalnızca o şehirde yapılırsa kurumların sponsor oldukları Sanat başkenti.

Bildiğin her sanatçının orada konser verdiği, Pazar günleri sağda solda görünseler de İstanbulluların pek aldırmayacağı, Ankara'lıların görse "aa, aaa, aaaa" diyecekleri magazin başkenti.

"Haydi Boğaz'a gidelim" diyemiyoruz, denizsiz bozkırda birkaç AVM ile idare ediyoruz, en tiki AVM'ye gidip en tiki salatayı yesek bile sonunda suyuna ekmeğimizi banıyoruz; çünkü buranın havasında yok. İstanbul'da var.

Mavi'nin reklamındaki uçukluklar bu kentte tuhaf duruyor, basenine şal bağlayıp burası Ankara, diyemiyorsun burada.

Havasında yok çünkü. Suyu zaten yok, 2 yaz önce Kızılırmak'ın kızıl suları kente verilmiş tüm lavabo giderlerimiz, tesisatımız çürümüş.

Neminden selinden ne kadar bezerse bezsin, orada yaşayanların terk edemeyeceği şehir İstanbul. Ankara'yı terk edebilirsin, ama İstanbul'u edemezsin, etsen bile, bir yanın hep orada kalacaktır. Çünkü tüm romanlar bu şehirde yazılır, içinde Ermeni duvar ustalarının bir zamanlar oyduğu yak yak bitmeyen şahane eski binaları, üzerinde hasır taburelerle Beyoğlu kaldırımları, birkaç şirin Rum komşunun da geçtiği bildiğin tüm romanlar.

Çok ağaç ekildi Ankara'ya, görünürde şehir aynı düzensiz kötü yapılaşan şehir, ama iklimi ılımanlaşıyor, küpe çiçekleri balkonda sanki İzmir'deymişçesine büyüyor ve yaprakları genişliyor. Ama nemle ağaçla olacak şey değil bu, yine de Ankara'nın havasında yok. İstanbul'da var.

Yorumlar

  1. istanbul insanın içinden çıkmıyor, atılmıyor. gidiyorsun, gölgesi takip ediyor. tuhaf bir şey. ankaraya taşındığımız gün, 12 filandı yaşım, çok sakin bi şekilde "anne, ben istanbula geri gidicem bi gün" dedim. yani, doğrusu oymuş gibi gelmişti. martısızlık zordu, sokakların denize çıkmayışı filan. ankara çok yalnız geliyordu gözüme.

    istanbul, her semtinde başka bir hava olduğu için vazgeçilmez sanırım. taksimle modanın birbirine hiç benzememesi, maslaktaki gökdelenlere rağmen arnavutköydeki evlerin şirinliği ile ilgili bir mesele. aynı şehir içinde bir sürü ufak şehir. bodrumda da biraz var bu, herkes kendi koyunun fanatiği.

    aklıma hep cemal süreya geliyor: "evet, gün geliyor, bıkıyorum senden/ ama istanbuldan bıkmak gibi bir şey bu".
    tüm hissiyatımı özetliyor.
    hoşgeldin :)

    YanıtlaSil
  2. ama İstanbul'un tek eksik yanı da sensin:) İstanbul'da bir yok sensin:).

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikirlerinizi paylaşmaktan çekinmeyin!

Bu blogdaki popüler yayınlar

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayın...

İnsancıklar

İki adet alıntı sunuyorum sizlere. Birincisi, Ah şu masalcılar! Yazacak yararlı, hoş, kişiye haz veren bir şey bulamazlar da, ne kadar pislik varsa dökerler ortaya! Yetkim olsa yazmayı yasak ederdim onlara! Ne biçim şeylerdir yazdıkları? Okurken ister istemez düşünüyor insan... Kafasını kaşıyor. İnan olsun yasak ederdim onlara yazmayı! Basbayağı yasaklardım. (Kn. V. F. Odeyevski) Bu da diğeri; Ah şu hikayeciler yok mu!... Faydalı, hoş, ruh okşayan yazılar yazmazlar da, şunu bunu karıştırıp, ortaya dökerler. Elimden gelse, topunun yazı yazmasına engel olurdum. Nedir bu, okursun, okursun... alır seni bir düşünce... Aklına saçmasapan şeyler gelir. Vallahi, yazdırtmazdım bunları, hepsini yasak ederdim. (Prens V. F. Odoyevski) Dostoyevski'nin İnsancıklar romanı bu metinle açılıyor. Ancak iki farklı çevirmenle, metnin hangi noktalara gideceğini göstermek istiyorum. Bu incecik kitabın bana edebi çeviri' nin neredeyse çevirmenin edebiyatı olduğunu farketmemde faydası oldu. Ru...

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze...