Bu kitap, kendinden önce aynı konudan nemalanan ve sayıları bu ara çok fazlalaşarak kendi kendilerine engel teşkil eden pekçok kitap içinden alıp okuduğum ilki. Mevlânâ ve felsefesi, Şems-i Tebrizî ile hikâyesiyle iç içe geçmiş, yarı masal, yarı kâbus, yarı gerçek bir roman.
Açıkçası 1. tekil kişinin ağzından anlatılan metinlere pek yaklaşmam. Sürekli 'ben, ben' kelimesi bana itici gelir. Kitapta da bir ara anlatı, neredeyse sadece sorularla ilerliyor. Kendi kendine sorduğu sorular uzayıp gidiyor, oysa bunları okuyucuya sordurmasını yeğlerdim yazarın.
Kimya Karen, annesiyle kendini bırakıp giden babası, karnında doğurup doğurmayacağına henüz karar veremediği bebeğiyle Konya'ya gidiyor. Bir sigorta ekspertizi olduğu için orada yaşanmış bir yangın olayını araştırması gerekli.
İlk günden son güne dek, çeşitli sanrılar ve rüyalar içerisinde Şems ile karşılaşıyor, hatta bazen onun bedenine girerek başından geçenleri görüyor. Ama son güne değin, gönül gözü kapalı olduğundan bunlara tepkiyle yaklaşıyor.
Öte yandan kahramanın annesi Susan ve sevgilisi Nigel'ı uzaktan olduğu için mi bilinmez, yüzeysel biçimde tanıyoruz. Daha sevgilisiyle ilgili okuduğunuz ilk sayfada karar verdiriyor yazar size. Geçmişten babası ve Şah Nesim'i, çocukluğunun hayali arkadaşı Sunny'i... Günümüz gerçekliğinden şirket yöneticisi Ziya, kötü adamlar Cahit ve Serhad.. Babayla bir bağ olan degâhtan İzzet Efendi.. Karen'ın baştan sonra sürekli yanında olan eşlikçisi Mennan bile bana çok derinlikli anlatılmış ya da sezdirilmiş gibi gelmedi.
Bununla birlikte Konya'da bir kültür turu yapıyorsunuz. Ama mekânları sizin algılamanıza fırsat verilmiyor.
Kitapta inanç, insanî ve ilahi aşk; gerçek hayat-öte hayat ikilemleriyle yer buluyor. Dinî hikâyeler ve menkıbeleri çok sevdiğim için 600 yıl öncesini tasvir eden sahneleri sevdim. Ama şimdiki zamana ve onun dertlerine dönüş bana çok sığ geldi. Belki sahiden de öyle olması istendiği için.
Açıkçası 1. tekil kişinin ağzından anlatılan metinlere pek yaklaşmam. Sürekli 'ben, ben' kelimesi bana itici gelir. Kitapta da bir ara anlatı, neredeyse sadece sorularla ilerliyor. Kendi kendine sorduğu sorular uzayıp gidiyor, oysa bunları okuyucuya sordurmasını yeğlerdim yazarın.
Kimya Karen, annesiyle kendini bırakıp giden babası, karnında doğurup doğurmayacağına henüz karar veremediği bebeğiyle Konya'ya gidiyor. Bir sigorta ekspertizi olduğu için orada yaşanmış bir yangın olayını araştırması gerekli.
İlk günden son güne dek, çeşitli sanrılar ve rüyalar içerisinde Şems ile karşılaşıyor, hatta bazen onun bedenine girerek başından geçenleri görüyor. Ama son güne değin, gönül gözü kapalı olduğundan bunlara tepkiyle yaklaşıyor.
Öte yandan kahramanın annesi Susan ve sevgilisi Nigel'ı uzaktan olduğu için mi bilinmez, yüzeysel biçimde tanıyoruz. Daha sevgilisiyle ilgili okuduğunuz ilk sayfada karar verdiriyor yazar size. Geçmişten babası ve Şah Nesim'i, çocukluğunun hayali arkadaşı Sunny'i... Günümüz gerçekliğinden şirket yöneticisi Ziya, kötü adamlar Cahit ve Serhad.. Babayla bir bağ olan degâhtan İzzet Efendi.. Karen'ın baştan sonra sürekli yanında olan eşlikçisi Mennan bile bana çok derinlikli anlatılmış ya da sezdirilmiş gibi gelmedi.
Bununla birlikte Konya'da bir kültür turu yapıyorsunuz. Ama mekânları sizin algılamanıza fırsat verilmiyor.
Kitapta inanç, insanî ve ilahi aşk; gerçek hayat-öte hayat ikilemleriyle yer buluyor. Dinî hikâyeler ve menkıbeleri çok sevdiğim için 600 yıl öncesini tasvir eden sahneleri sevdim. Ama şimdiki zamana ve onun dertlerine dönüş bana çok sığ geldi. Belki sahiden de öyle olması istendiği için.
Bab-ı Esrar, Ahmet Ümit
Everest Yayınları, cep boy, 656 sayfa
Yorumlar
Yorum Gönder
Fikirlerinizi paylaşmaktan çekinmeyin!