Ana içeriğe atla

Yalnızız

Peyami Safa'dan okuduğum ilk roman Yalnızız. Neredeyse bir Çalıkuşu, eski İstanbul havası, konaklar ve ıstırap dolu aşklar ve azıcık insanla ilgili bir roman okuyacağınızı sanabilirsiniz. Oysa değil!

Evet bir eski İstanbul havası var. Ama sanki, hiç eski değil. Evet konaklar var. Ama sanki günümüz evlerinde geçiyor herşey. Evet ıstırap dolu aşklar var. Ama hiç aşk gibi de değil. Evet azıcık insan var. Ama hiç de azıcık değil gibiler.

Kitapta ana karakterlerin iç sesinden sırayla anlatılan bir örgü var. Herkesin sırası doğru bir zamanlamayla düşünülmüş. Genelde tek bir kişinin görüşünden veya yazarın gözünden anlatılan pekçok kitabın ardından bu yöntem bana hoş geldi. Bu anlatımlar kişilerin iç dünyalarını, buhranlarını, eğlencelerini ve trajedilerini yansıtarak kitabı tek bir perspektiften kurtarıyor. Anlatıcılar geri dönüşleri pek yapmayarak tekrara düşmekten kitabı kurtarıyorlar. Bu arada hayata dair çeşitli tespitler karşınıza çıkıyor, bunlar karakterlerin tercihleri gibi görünse de tamamı yazarın benliğinde bir arada barınabilen fikirlerdir.

Anlatılanlar hariç, bir de anlatılmayanlar var bu romanda. Yalnızız, anlatılmayanların romanı bana göre. Bu yüzden anlatılanların okunmuşluğunun verdiği rahatlık ile ilerlemiyor. Bilinmezin gizli kalmış gerilimiyle ilerliyor. Bu durum kitabın son kısmında meydana çıkıyor, bazı yerleri okuyucu yazmaya başlıyor zihninde.

Kitabın sonundaki olaylarla daha evvel üzerinde önemle durulmuş bazı noktalar açıkta kalmış. Bazı hikâyeler akışı çok bölmemek için tamamlanmıyor veya değinilmeyerek yapıda gedikler meydana getirmiş gibi. Kurgulansa pekçok soru işaretini sağlamlaştıracak ve daha bir tat katacak olan Samim ve Necile'nin öyküsü örneğin. Soruları gidermek değil güçlendirmek bu romana çok yakışacak bir şey.

Kitapla büyük oranda paralel ilerleyen Simeranya düşüncesi, sonlara doğru biraz zayıflıyor. Simeranya yazarın yarattığı, aklındaki pekçok soru işaretine yanıt aradığı, bulduğu yanıtları sakladığı bir dünyadır. Bu dünyaya sadece dürüstlük ile girilir. Başlangıçta büyük emekle yansıtılan bu ütopik ülke sonlara doğru hakettiği yeri edinemez olayların içinde. Okuyanın bu kavramla ilgisiz şeyleri oraya koymaya çalışması da havada kalan şeylerden biri olur.

Bu acızık insanın kalplerine doğan kuşkuların izini sürerken özenli bir polisiye, bu insanların gel-gitlerini karşıdan izlerken gerçek bir psikoloji romanı, azıcık aşklarına dair içsel sorularını okurken bir sevda romanı okuduğunuza emin olacaksınız. Son sayfaya sizi çeken eli tutmaktan ise pişman olmayacaksınız.


Yalnızız, Peyami Safa
Ötüken Neşriyat A.Ş., İstanbul
443 sayfa

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayın...

İnsancıklar

İki adet alıntı sunuyorum sizlere. Birincisi, Ah şu masalcılar! Yazacak yararlı, hoş, kişiye haz veren bir şey bulamazlar da, ne kadar pislik varsa dökerler ortaya! Yetkim olsa yazmayı yasak ederdim onlara! Ne biçim şeylerdir yazdıkları? Okurken ister istemez düşünüyor insan... Kafasını kaşıyor. İnan olsun yasak ederdim onlara yazmayı! Basbayağı yasaklardım. (Kn. V. F. Odeyevski) Bu da diğeri; Ah şu hikayeciler yok mu!... Faydalı, hoş, ruh okşayan yazılar yazmazlar da, şunu bunu karıştırıp, ortaya dökerler. Elimden gelse, topunun yazı yazmasına engel olurdum. Nedir bu, okursun, okursun... alır seni bir düşünce... Aklına saçmasapan şeyler gelir. Vallahi, yazdırtmazdım bunları, hepsini yasak ederdim. (Prens V. F. Odoyevski) Dostoyevski'nin İnsancıklar romanı bu metinle açılıyor. Ancak iki farklı çevirmenle, metnin hangi noktalara gideceğini göstermek istiyorum. Bu incecik kitabın bana edebi çeviri' nin neredeyse çevirmenin edebiyatı olduğunu farketmemde faydası oldu. Ru...

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze...