
Basit bir okuyucu olarak, her yazara geçmişi, fikirleri ya da savunduklarından bağımsız olarak yaklaşmayı savunarak kitap yazıları yazıyorken, böyle bir benzerlikten bahsetme gereği duyuyorum. Orhan Pamuk Sessiz Ev (YKY O. Pamuk özgeçmişine göre ilk yay. 1991)'in bu sayfamda, Tomris Uyar'ın Bütün Öyküleri (YKY Delta baskısı, yay. 2014)'nin İngilizce sayfamda kitap yazılarını yazmıştım. Ancak kafamı kurcalayan bir konu hakkında yazmak bugüne kısmet oldu. Sessiz Ev'i okurken, kitabı neredeyse sırtlayan, kucaklayan Babaanne'yle ilgili çok tanıdık bir his uyandı içimde, bu yaşlı kadına çok benzer bir başkasını başka bir yerde okuduğuma emindim. Tomris Uyar'ın, İpek ve Bakır (YKY T. Uyar özgeçmişine göre ilk yay. 1962) öykü kitabındaki, Kuytuda isimli kısacık bir öyküsünde.
Tomris Uyar, topu topu 5 sayfalık bu öyküde, torun veya evlatlarıyla aynı evde yaşayan, odasına kapanmış, erken uyanan, pek de uyuyamayan, yaşlılığı, zamanı düşünen, evi sessizce yöneten ve kontrol eden, ama bir yandan odasındaki eski eşyacıklarına, müthiş sahiplendiği dolabına son derece bağlı bir nineyi anlatır, ve genelde öykü boyunca ninenin içsesini okursunuz. Bu içses yaklaşımı, Sessiz Ev'deki Babaanne ile ilgili tüm bölümlerde de vardır. Geçmişiyle iç içelik, Sessiz Ev'in babaannesinde onun tüm yaşam öyküsü ve ölmüş olan kocasıyla halen didişmelerinde ileri seviyede geliştirilmiştir. Ancak bu alt/ek-hikâyeleri kaldırırsak, babaannenin odasındaki gece ve sabah eylemleri, bunların çatısı ve kilit imgeler bakımından Uyar'ın ninesiyle oldukça benzeştir.
İhtiyar, takma dişlerini başucundaki cam kaseden çıkardı. Bir silkeledi, sonra titreyen parmaklarıyla ağzına götürdü. Konuşmak gerekecekti birazdan, neredeyse uyanırlardı.
... Gençler bilmiyor, ama yıllar birbiri üstüne hiç aksamadan yığılınca alışıyor kişi, sis kalkar diyor ve gün ışımayı nasıl olsa becerir. Korkmak yersiz. İhtiyarlık budur işte: yeni bir günü bir organ haline getirmek, saatleri kendiliğinden sıraya koymak. Her sabah böyledir. Yumuşak terliklerimle evi dolanırım. Sızan muslukları kaparım, su şişelerinin örtülerini kaldırırım ki içilsinler, peynirin suyunu dökerim. Yürüyüşüm kimseyi uyandırmaz çünkü, ben yıllardır yürümeyi bilirim. Usulca. Öyle halıları, tahtaları eskitmem, taşlarda iz bırakmam. Ben gerekliyim evi sürdürmede. Ben olmasam onu kim hazırlar sabaha?... (T. Uyar, Kuytuda, s. 23)
İhtiyar önce aynayı aldı eline. ... aynayı ağzına tuttu, takma dişleri her akşam çıkarmaktan, dudak uçlarındaki yaralar derinleşiyordu. Ağzı, hep belli saatlerde ve belli amaçlarda kullanıldığı için kendiliğinden bir ağız değildi artık. (T. Uyar, Kuytuda, s. 24)
Ben hiç uyumam, ya da az uyurum. İki saat. Uykum çok hafif diye hiç uyumadım sayıyorum. Kapıda bir anahtar tıkırdadı diyelim, hemen ışığımı yakarım. Lambam başucumdadır. Geceleri yalnızımdır çoğunlukla. Yatağıma uzanır tavanı gözlerim. Dolaplardaki dikiş iğnelerini, firketeleri, kol düğmelerini, tek küpeleri ve makbuzları düzene sokarım. Bir anahtar bulurum bazan, beyaz bir zarfın içine koyarım... Hepsi eve dönene kadar, evdekiler yatana kadar uyuyamam. Işıklar sönmüş olmalı. ... Bir şeylerin dışındayım biliyorum. Daha doğrusu bir şeyler bensiz sürüp gidiyor. ... (T. Uyar, Kuytuda, s. 24)
İhtiyar, ... önlüğünün cebindeki anahtar destesini çıkardı, ...sedire yakın dolabı açtı, bir portakal aldı içinden (kendi portakalını), naylon torbaya sarılı tuzsuz ekmeği (kendi ekmeğini)... Kapıya doğru ufak adımlarla sarsıla sarsıla yürüdü, koridora bir gözattı. Uyanmamışlar daha. (T. Uyar, Kuytuda, s. 25)
Lokmalar gitmiyor diyorum, gülüyorlar. Uyumadığıma da inanmıyorlar. Belki o yüzden tetikteyim, ışıksızım, uykusuzum. Boş bulunmamalıyım, hiç inandıramam sonra. ... Yüzümü bir sonraki güne taşıyorum, bozulmuyor artık, kırışması bitti, tanıyan kimse kalmadı ki bozulsun. (T. Uyar, Kuytuda, s. 26)

...Uzanıp tabaktan bir kayısı aldım, yiyor bekliyorum. Hayır, bir yararı olmadı. Buradayım, gene eşyalar arasındayım, düşüncede değil. (s. 21)... Eşyalar, odalar; bakarım, görürüm; oradan oraya; sonra biraz vakit; bir türlü kapanmayan bir musluktan damlayan durdurulmaz damlalar. Benim gövdem ve kafam içinde, şimdi demindi, demin şimdi, göz kırpar açılır, panjur itilir kapanır, gece gündüz, haydi yeni bir sabah; ama aldanmam. (s. 27)
... Ağır ağır yatağımdan kalktım. Yastığın altından anahtarlarımı, kenardan bastonumu aldım gidiyorum... Dolaba varınca durdum, dinlendim. ... Dolabı açtım ve hemen baktım; boşuna telaşlanmışım; kutu işte orada, bomboş, ama olsun, gene duruyor, duruyor ya. (s. 94) ... Yatağıma döndüm, aklıma başka bir şey getireyim istedim, ama getiremedim: Dolabın başından ayrılmadığım günlerden birini düşünmeye dalmışım. ... Selahattin iki adım ötemde beklerken dolabı sonunda açmıştım. ... Sonra dolabın kuytuluğundan kutuyu çıkarmış, açmış, uzun bir zaman hangisine kıyacağıma karar verememiştim: Yüzükler, bilezikler, elmaslı iğneler, mineli saatim, inci gerdanlıklar, elmaslı broşlar, elmas yüzükler, elmaslar Allahım! ... Sonunda lanet okuyarak verdiğim yakut küpelerin teki elinde, Selahattin gözleri parlayarak koşa koşa merdivenlerden inmişti ...(s. 99)
Vakit geceyarısını çok geçti, ama hâlâ tıkırtılarını duyuyor ve meraklanıyorum: Ne yapıyorlar aşağıda, uyuyup da sessiz geceyi neden bana bırakmıyorlar? (s. 264)
Bu benzerlikler, bu kitap yazılarımın arasında, benim için bir farkındalık notu, bir itiraz olarak yerini alsın.
Yorumlar
Yorum Gönder
Fikirlerinizi paylaşmaktan çekinmeyin!