İki kere okunması gereken, bu şekilde kendini tamamladığını düşündüğüm bir roman Huzur. İnsanın, başına ilk gelişinde tam kavrayamadığı, düşündükçe tam kavrayamayacağı hakikatler gibi; çünkü hiçbir zaman, düşünürken tekrar yaşamayız başımızdan geçeni, zihnimizde bazı yerlerini değiştirir, kimi anlarda daha çok durur, kimi anları ise atlarız. Üstelik yaşarken, sonunu bilmeyiz olacakların; geçmişe gittiğimizde ise biliriz ve bu bilmenin ışığı altında bambaşka görürüz herşeyi. Bu romanda da ilk okuyuşunuzda gözden mutlaka kaçıracağınız, ikinci okuyuşunuzda ise ilk seferki yaşantının sonunu bilerek herşeyi daha anlamlı bulacağınız bir yapı bulacaksınız, çünkü kitap müthiş bir zenginlikler dağı ve çevresini ilk dolaşmanızda her dokunun, ışığın, gölgenin, parıltının ve karanlığın farkına tümüyle varamıyorsunuz.
Okudukça, eski İstanbul gravürlerini hatırladım, onlara benzeyen kartpostalları, denizlere çıkan sokaklar, eski yaz mevsimleri, her biri bilinmedik evlere ve hikâyelere açılan yollar, semtler ile her biri başka yol ve semtlere açılan hikâyelerle eski İstanbul.
Satırların solundan başlayarak sağına okuduğumuz, soldaki sayfa bitince sağdaki yeni sayfaya ilerlediğimiz klasik okuma biçiminin, bu kitabı anlamlandırmakta biraz tekdüze kaldığını farkedeceksiniz. Olay ve zaman örgüleri farklı çağrışımlara bağlı olarak ortaya çıkıyor; dümdüz okuyarak dümdüz hissedebileceğiniz bir kitap değil Huzur. Zaten huzurun kendi içine girmek, onda ilerlemek de apaçık ve düzlük bir deneyim değil.
Huzurun ne kendi telâşları içinde yoğrulurken sevilen kişi, ne her biri farklı dertleriyle kavrulan arkadaşlar, ne erken yaşta yitirilen aile, ne de eski zaman müzisyenlerinin nağmelerinden benliğe akan tınılar olmayıp, kendimizde olduğunu tahmin ederek okursunuz kitabı. Ama aslında huzur, bunların hepsinin birazıyla da varolur. Mümtaz'ın belleğinde yeniden yaşadığı son yaz mevsiminde her günü Nuran ve İstanbul'la siz de ilk kez yaşarsınız, ikinci okuyuşunuzda ise Mümtaz ile birlikte artık siz de belleğinizde yeniden yaşayarak, ona bir adım yaklaşmış olursunuz.
Her biri ayrı duygular, cesaret ve korkularla perdelenmiş sabahlar, ikindiler ve geceleriyle İstanbul'u okumak, hiçbir şeye benzemez. Satır aralarında Tanrı'yı günlük işlerimize, dileklerimize karıştırmaktan, "oturup bekleme yeri olan, bir şey aradığında ortadan kaybolan Şark"a, tüm ıstırapların tesellileriyle birlikte gelmesine kadar Doğu'yla iç içe; dost sofralarında tınlayan hakiki Türk müziğinin ruhta kendini buluşunun tariflerine dek soyut satırlardan, "yıkılmış bir imparatorluğun kendini henüz bulamamış milleti"nin bir türlü halkıyla kucaklaşamayan aydınlarının tartışılmasına dek günümüzde bile hâlâ geçerli konulara uzanmıştır Tanpınar. Her alandaki geniş kültürünü, okuyucunun yüzüne vurmadan güzel güzel anlatır, tam da böyle anlattığı için herkesin hiç unutamadığı bir ilkokul öğretmeninin sureti gibi usul usul anlatır.
Okudukça, eski İstanbul gravürlerini hatırladım, onlara benzeyen kartpostalları, denizlere çıkan sokaklar, eski yaz mevsimleri, her biri bilinmedik evlere ve hikâyelere açılan yollar, semtler ile her biri başka yol ve semtlere açılan hikâyelerle eski İstanbul.
Satırların solundan başlayarak sağına okuduğumuz, soldaki sayfa bitince sağdaki yeni sayfaya ilerlediğimiz klasik okuma biçiminin, bu kitabı anlamlandırmakta biraz tekdüze kaldığını farkedeceksiniz. Olay ve zaman örgüleri farklı çağrışımlara bağlı olarak ortaya çıkıyor; dümdüz okuyarak dümdüz hissedebileceğiniz bir kitap değil Huzur. Zaten huzurun kendi içine girmek, onda ilerlemek de apaçık ve düzlük bir deneyim değil.
Huzurun ne kendi telâşları içinde yoğrulurken sevilen kişi, ne her biri farklı dertleriyle kavrulan arkadaşlar, ne erken yaşta yitirilen aile, ne de eski zaman müzisyenlerinin nağmelerinden benliğe akan tınılar olmayıp, kendimizde olduğunu tahmin ederek okursunuz kitabı. Ama aslında huzur, bunların hepsinin birazıyla da varolur. Mümtaz'ın belleğinde yeniden yaşadığı son yaz mevsiminde her günü Nuran ve İstanbul'la siz de ilk kez yaşarsınız, ikinci okuyuşunuzda ise Mümtaz ile birlikte artık siz de belleğinizde yeniden yaşayarak, ona bir adım yaklaşmış olursunuz.
Her biri ayrı duygular, cesaret ve korkularla perdelenmiş sabahlar, ikindiler ve geceleriyle İstanbul'u okumak, hiçbir şeye benzemez. Satır aralarında Tanrı'yı günlük işlerimize, dileklerimize karıştırmaktan, "oturup bekleme yeri olan, bir şey aradığında ortadan kaybolan Şark"a, tüm ıstırapların tesellileriyle birlikte gelmesine kadar Doğu'yla iç içe; dost sofralarında tınlayan hakiki Türk müziğinin ruhta kendini buluşunun tariflerine dek soyut satırlardan, "yıkılmış bir imparatorluğun kendini henüz bulamamış milleti"nin bir türlü halkıyla kucaklaşamayan aydınlarının tartışılmasına dek günümüzde bile hâlâ geçerli konulara uzanmıştır Tanpınar. Her alandaki geniş kültürünü, okuyucunun yüzüne vurmadan güzel güzel anlatır, tam da böyle anlattığı için herkesin hiç unutamadığı bir ilkokul öğretmeninin sureti gibi usul usul anlatır.
İşbu Web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na tabidir ve içeriğine ilişkin her türlü yazı içeren bilgi-belge ve her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları blog yazarına aittir. İşbu web sitesinin içeriği, sitede kullanılan her türlü yazılı malzeme Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve Türk Ceza Kanunu kapsamında korunmaktadır.
Sitede yer alan bilgilerin çoğaltılması, başka bir lisana çevrilmesi, saklanması veya işleme tutulması da dahil, blog yazarının önceden yazılı iznine tabidir. Bu sebeple bu sitede yer alan metinler kısmen veya tamamen sahibinin yazılı izni olmadan hiçbir şekilde, çoğaltılamaz, yayınlanamaz, kopyalanamaz, sunulamaz ve aktarılamaz. Sitenin bütünü veya bir kısmı diğer bir Web sitesinde izinsiz olarak kullanılamaz.
Yorumlar
Yorum Gönder
Fikirlerinizi paylaşmaktan çekinmeyin!