Ana içeriğe atla

Sünnet ve Hadisi Anlamak: Zâhiriyle Yetinilmiş Bir Değerler Hazinesi

Kur'an-ı Kerim'i ve İslâmî eserleri okurken, İslâm'ı hayata uygulamaya çalışırken her insanın karşılaşacağı ilk konu, bu amacı ilk olarak gerçekleştirmiş olan Peygamberimiz'in (Allah'ın selâmı ve rahmeti üzerine olsun) sünneti kavramıdır. Sünnet kavramı hadis kavramını da içine alan bir konudur, tarihi süreç içerisinde belli sosyal, toplumsal hattâ siyasî yönlendirmeler sonucu son derece genişle(til)miş, bazen kast edilenden farklı anlaşılmış, veya artniyetlere alet edilmesi mümkün olabilmiştir.

Prof. Dr. Mehmet Görmez, daha önce "Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu" ve "Hadis İlminin Temel Meseleleri" şeklinde kitaplaştırdığı araştırmalarını, bu ilimlerde uzman olmayan okuyuculara yönelik olarak anlaşılır şekilde bu kitapta ortaya koyuyor. Sünnet ve Hadise yaklaşımların her birini, temel kavramları, örneklerle kısa kısa bölümlerde toplayıp sunuyor.

Öncelikle bir değerler manzumesi, İslam medeniyetinin kurucu kaynağı, İslam ümmetini inşa eden bir örneklik, Asr-ı Saadeti tüm zamanlara taşıyan bir hayat tarzı ve İslam'ın değişim karşısında sürekliliğini sağlayan manevî bir güç olarak sünneti anlamak başlıklarıyla sünnete bakış açımızı şekillendiriyor. Buna göre sünnet, zannedildiği gibi bir giyim kuşam, oturup kalkma, yeme-içme kuralları listesi değildir. Sünnetin bir hayat şeklini taklitten ziyade, mânâsı ve amaçları açısından anlaşılması, özümsenmesi gerekliliğini öğreniyoruz. 

İkinci Bölümde, bütünlük ilkesi içinde hadisleri anlamak alt başlıklar altında yine kısa bölümler halinde açıklanmış. Konu bütünlüğü, rivayet bütünlüğü, kavramsal bütünlük, lafız-mânâ bütünlüğü, dil-beyan-üslup bütünlüğü, hakikat-mecaz bütünlüğü içinde örnek hadisler, nasıl anlaşıldıklarına dair çarpıcı örnekler görüyoruz. 

Bununla ilgili tek bir örneği buraya alıntılamak istiyorum. Kadınların sünnete aykırı olarak asırlar içinde nasıl camilerden uzaklaştırıldığına dair. 

Bunun en önemli örneklerinden biri Hz. Peygamber'in Medine'de uyguladığı kadın-cami konusundaki tatbikatıdır. Hz. Peygamber'in Medine hayatı bir bütün olarak ele alındığında Mescid-i Nebevî'nin yapımından itibaren vefatına kadar genciyle yaşlısıyla kadınların vakit namazları ile Cuma ve bayram namazlarına katıldıkları açıkça görülmektedir. 
Kadınların mescide katılımına bu derece ihtimam gösteren Allah Resûlü, kadınların mescide gelirken tesettürlü olmalarını ve güzel koku kullanmamalarını istemiş, erkeklerin safının bitiminden sonra kadınların safının başlaması, o dönemde toplumda cari olan kıyafetlerin şekli nedeniyle kadınların erkeklerden sonra secdeden kalkmaları, namaz bitiminde selâmdan sonra ilk önce kadınların sonra da erkeklerin mescidden çıkması gibi mesciddeki işleyişle ilgili bazı kurallar da tanzim etmiştir.
Mescide gelen kadın sayısının çoğalması üzerine kadınlara mahsus 'babu'n-nisâ/kadınlar kapısı' ismi verilen müstakil bir kapı inşa ettiren Allah Resûlü, Mescid-i Nebevî'de hastalar için çadır kurdurduğu halde kadınlarla erkekler arasına ne bir perde astırmış ne bir duvar ördürmüş ne de bir kadınlar mahfili inşa ettirmiştir. 
Kadın-erkek ayrımı yapmadan camiye katılımı teşvik eden Hz. Peygamber, hattâ bayramlık elbisesi olmayan kadınların, olanlardan temin ederek bayrama katılmalarını istemiş, özel günlerinde olan kadınların dahi namaz kılmamakla birlikte hayra (bayram) ve güzelliğe (hutbeye) şahit olmak için Musallâ'da (Medine Meydanı) kılınan bayram namazlarına katılmalarını emretmiştir.
Ne yazık ki bu evrensel nebevi uygulama, daha Hz. Peygamber hayatta iken Yahudilerin kadın/mabed ilişkisine olumsuz bakış açısının da etkisiyle Medine'deki yerleşik kadın telâkkisine ve geleneklerine aykırı bulunmuş ve bu hususta kadınlar erkeklerin birtakım engellemeleriyle karşılaşmıştır. Bu direnç ilk etapta gece namazları (sabah, akşam ve yatsı) kısıtlaması ile kendini göstermiştir. Bu sebepledir ki Resulullah'ın "Geceleyin ve izin istediklerinde Allah'ın kadın kullarını Allah'ın mescidlerine gitmekten alıkoymayın" hadisi, "engellemeyin" diye başlamaktadır. Zamanla bu hadis kendisine hatırlatıldığı halde eşini camiye göndermeyen kişiler olmuştur. (*)
Resulullah'ın kadın-erkek tüm cemaate nafile namazları evde kılmasını tavsiye edişi zaman içinde kadınların evinde, hattâ karanlık, küçük bir yerde, mümkünse yatak odasında kılmalarının daha faziletli olduğu noktasına getirilmiştir.

Şu noktayı gözden kaçırmamak gerekir: Kur'an ve sünnet, dinin bu iki büyük kaynağının zaman zaman karşı karşıya getirilmesi kabul edilemez. Sünneti, Kur'an'ı yaşanan hayata dönüştüren bir beyan, tefsir ve tevil olarak anlamak gerekir.

Bir diğer nokta ise, kitabın başında önemle vurgulandığı üzere, 3 tip yaklaşım İslam toplumları ve âlimler arasında yerleşegelmiştir. Sünneti tamamen Kur'an'î kanunlar gibi algılamak, Sünneti tamamen kendi tarihsel dönemi ve coğrafyası içinde sınırlamak, ve sünneti tamamen reddederek Kur'an'ı tek esas olarak almak. Bu son yaklaşım ile ilgili bir kitap yazım şurada >> 

Ancak bu son yaklaşımı benimseyen kişi, topluluk veya eserler, sünnetin, hadisin, belli gruplar tarafından uydurulduğu ve insanları kontrol etme, aksi davrananları tekfirle suçlayarak sindirme aracına dönüştürüldüğünü savunmaktadırlar. Bu sebeple, sünneti tamamen reddetmenin, dini bu saptırmalardan temizleyeceği, saf haline ulaştıracağı gibi bir sav ortaya sürmektedirler. Ancak yaşayan Kur'an olarak anılan Allah Resûlü'nün her biri mutlaka bir mânâ, bir öğretim, bir eğitim, bir düzeltme ve toplumu daha Kur'an'î bir yaşayışa sevk etme amacı güden değerlerini toptan reddetmenin, Kur'an esasına dayanan İslâmı daha saf hâle getirmeyeceği, aksine belli günler duvardan indirilen basılı ciltli sayfalara kilitleyeceği açıktır.

Sünnet ve hadis konularına, âlim olmasa da her iman sahibinin merakla, doğru bir metotla yaklaşması için uyanık olması, bu kitap gibi yetkin kaynaklardan belli bir bilgi zemini kazanarak bu değerler hazinesinden kendine düşen payı alması gereklidir. Aksi halde, belli dinî gruplardan öte, herhangi bir gazete yazarı, bir muhabir, bir komşu, bir market kasiyeri bile yanlış bildiği bir sünnet veya hadisi ortaya sürerek yanlış bir uygulamaya sebep olabilir. Bu kitaptan edinilecek en büyük kazanım, sırf tarihî saptırmalara uğradığı örnekler mevcut diye, Kur'an'ı hayata aktarmanın en güzel örnekliği olan sünnet değerlerini ne reddetmek, ne Kur'an üstü veya dengi kanunlar silsilesi olarak görüp Hicrî 3. asırda yaşıyormuş gibi davranmak, ne de sünneti belli bir tarihe has sayıp bir arkeoloji müzesini gezer gibi bir bakış açısıyla değerlendirmektir. 


(*) ilgili tüm kaynaklar kitabın 175, 176, 177. sayfalarında dipnotlar halinde yazar tarafından verilmiştir.


Sünnet ve Hadisi Anlama Kılavuzu
Prof. Dr. Mehmet Görmez
OTTO Yayınları
1. baskı, Şubat 2020
362 sayfa


İşbu Web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na tabidir ve içeriğine ilişkin her türlü yazı içeren bilgi-belge ve her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları blog yazarına aittir. İşbu web sitesinin içeriği, sitede kullanılan her türlü yazılı malzeme Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve Türk Ceza Kanunu kapsamında korunmaktadır.

Sitede yer alan bilgilerin çoğaltılması, başka bir lisana çevrilmesi, saklanması veya işleme tutulması da dahil, blog yazarının önceden yazılı iznine tabidir. Bu sebeple bu sitede yer alan metinler kısmen veya tamamen sahibinin yazılı izni olmadan hiçbir şekilde, çoğaltılamaz, yayınlanamaz, kopyalanamaz, sunulamaz ve aktarılamaz. Sitenin bütünü veya bir kısmı diğer bir Web sitesinde izinsiz olarak kullanılamaz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Manifesto

Uzun süredir kendimde gözlediğim bir şeyi buraya yazmam gerekiyor; çünkü burayı kitap, seyahat ve itiraz yazıları alanım olarak 2009'dan beri işgal ediyorum. Ben artık, kurgusal edebiyat okuyamıyorum. Dünyada milyarlarca kitap var, her hafta binlercesi basılıyor, her gün yüzlerce sayfası yazılıyor. Dünyadan el etek çekip hepsini okumaya kalksak bile buna ömrümüzün vefâ etmeyeceği aşikâr, şurada yazdığım üzere, belleğimizin de ; dahası, çok çok çok okumayı, misket sayar gibi kitap saymayı da gerekli görmüyorum: çünkü kurgunun sonu yok, ve daha büyük arayışlarınız varsa, tıkanacağı ve tükeneceği açık. Yaklaşık 200 yıldır, büyük yazarların klasiklerini okuyarak insanı, iç dünyasını, hezeyanlarını ve tekâmülünü öğrenmeye, takip etmeye çalıştı insanlık. Ancak bu kitap varlıklarının yaşamlarını kurgulayarak yazarlar, bir neviî insanın, yani kendilerinin aczlerini kırmaya çalışıyorlardı (Ahmet Altan'ın çarpıcı bir tespitini anımsarsak, " Kitap yazmak, insanın Tanrılığa en yaklaşt

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayınlandıktan sonra 2011 yılında hayata veda etmiş bir şair. Daha söyleyecek, yazacak çok şiirleri kaldı onda. Son kitabı Pu

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze