Ne var ki Ramazan ayına denk gelmiş bu kavruk Ağustos'ta, iftar vakti pideleri kapıp bisikletleriyle vızır vızır geçen çocukların, önlerinden geçtikleri bahçeye Afiyet olsun! diye seslenmelerini, orada yiyenlerin ufacık çocuğa koskoca bir adam gibi buyur beraber olsun demesini söküp alamamıştır. Hiçbir Coca-Cola reklamı, kültürümüzde adıyla sanıyla varolan ayran dururken kendini dâhil etmiş gibi gösterdiği Ramazan iftarları reklamlarında böyle bir sıcaklığı yaratamaz, tattıramaz.
Evler, 30 yıl önce tümü birden deniz kumuyla harcı karılmış bu evlerden, kimi bu dünyevî hayatta zenginliğe kavuşup evi tamamen yıktırır, 3 katlı dayalı döşeli villa yaptırır, önüne de kendi çocukları için engel döker; bitişiğindeki ev ise 30 yıldır el sürülmemiş, alınamamış satılamamış kırık camlarıyla alay eder, nanik çeker sanki.
Ya deniz, o deniz; kıyısı kumsalı olmayan dağa taşa mantar gibi dikilmiş sitelerden arabalarla, masaları sandalyeleriyle bilinmedik insanlar doluşur gelir de; topraklara kadar sereserpe yayılırlar, kurtarılmadık memleket, çözülmedik dava bırakmazlar. Onmilyarlarca alım satımlar konuşulur, hey gidi memleket, böyle paralar el değiştiriyor ama kimsenin haberi yok!
Çocuklar iki adım ötede boğulma tehlikesi geçirirler de, başta şaka sanıp aldırmayan ama sonra suya atlayıp kurtaran göbekli amcaların teyzelerin 3 günlük lakırdısı olurlar. Sanki deniz banyosuna güneşe değil yemeye gelmiş gibi üzümler, çekirdekler kavun dilimleri çıkartılır ortaya, hepsi de akşam yemeği sonrası site içinde yürüyüşe çıkılınca sindirileceklerdir.
Ay, ışık kirliliğiyle uzaktan göz kırpan Altınkum'u gizleyen tepelerin ardından kocaman bir portakal gibi, yusyuvarlak bir kurabiye gibi doğar; giderek yükselir, küçülür ve beyazlaşır, solgun bisiklet yollarını aydınlatır; uykuya giden insanların yatak odalarına süzülür, alüminyum panjurların sıralı aralıklarından geçerek bir merdiven kurarak gündüzden kavrulmuş gece ateş kusan odaları dolaşır.
Burada geceleri ortaya çıkan pekçok mahlukat vardır; hiçbir kentte duyulamayacak çığlığıyla gece avlanan baykuşlar, puhu kuşları, sarhoş gibi uçan ufak tefek yarasalar, kocaman kırkayaklar, çekirgeler, ufacık şeffaf bedenleri boncuk boncuk gözleriyle ürkek kertenkelecikler, kayalıkların rengini almış, asla göremeyeceğiniz yengeçler, daha bir cesaretli, su yüzeyinden yüzen, ayakların kaldırdığı kumlarda eşinen, insanları takip eden, durağan popoları ısırarak yüzmeye sevk eden yeni nesil balıklar vardır.
Burada her daim bir hışırtı duyulur; estikçe hışırdayan fıstık çamları, çiçek açmış palmiyeler, lambalara deli gibi çarpıp duran kelebekler, minik yeşil böcekler, rüzgârda kuruyan saçlar. Kumsalda asla doğru dürüst okunmayıp eve gelince akıl edilen kitapların sayfaları.
Öteden gelen bir televizyon sesi, tatilde de bulunan maç kanalları, çay bardaklarının o yurtdışında asla olmayan, bulamayacağınız şıkırtıları duyulur. Yıllar içinde her evde beliren klimalar yine de gece yeline değişilmezler, her an biraz essin istenir, esmiyorsa çöken sıcak ve ortaya çıkan kan emicileri uzağa sürükleyecek tek şey bu yeldir. Herkes bahçelerde oturur, az ışık yakar, yürüyüşlere çıkarak kim evine ne yaptırmış inceleyerek bilgilerini günceller.
Tatil, yemeğin deniz dönüşü aç kurtlar gibi sofraya oturulup zevkle yendiği, suyun karpuzun kavunun şeftalinin tadının bir başka geldiği zamandır. Hormonsuz pembe domateslere kavuşulduğu, incecik köy biberlerinin, salatalıkların acurların, bahçe elmalarının, salkım saçak, toprağın esirgemeden sunduğu üzümlerin, çeşit çeşit peynirlerin zeytinlerin tezgâhlarda sereserpe biraz da turistlere nispet yayıldığı pazarlardır tatil. Rüzgârın eşlikçi değil direnişçi olduğu bisikletle bir turun hamlamış bacakları sersemlettiği ağrıttığı günlerden sonra, arabalara, otobüslere mahkum olacağınız kente sımsıkı bacaklar ve güçlenmiş kollarla dönmektir. En güzeliyse, bir tatlı huzurdur tatil, herşeyin uykudaymış, rüya görüyormuş gibi hissedildiği bir huzur.
Yorumlar
Yorum Gönder
Fikirlerinizi paylaşmaktan çekinmeyin!