Kış. Doğanın makyajsız hali. Ürkütücü gölgeler halinde kel dalların altından geçerek gidiyorum. Vitrinlerde buğular, su damlacıkları. Aylardır satılmayan, satılmasını istemediğim, içinde reçel yapıldığını varsaydığım şirin dükkâncık. Hiç güneş vurmadığı için koca semtte buzlu kalan tek köşeyi dönüyorum. Kışın insanlar da karanlık, süzülen, bulanık gölgeler gibiler. Arkamda bir ses: "İşte şimdi tam saçmaladın!"
Ocak. Ne Aralık gibi eskimiş ve tükenmiş, ne de Kasım gibi gözlerimizi rüzgârla yere indiriyor; umut vaad ederek sürüyor. Umuda ters düşen karanlığıyla. Daha ayaz Şubat, kandırıkçı Mart var sırada.
Ortada ne bir kedi, ne de kuş. Yanlarından geçtiğim bahçelerde, kesilmiş ağaç kütüklerini uzaktan kedi zannediyorum. Sanki kara bir kedi gölgesi sıyrılıp geçmiş gibi geliyor. Arabayla dolu olsa da, terkedilmiş kasaba gibi şehir. Sanki tüm kediler ve kuşların soyu tükenmiş gibi. Ağaçlar bu hali görmemek için uyuyor olmalılar. Biz uyumamakta direttikçe, zorlanıyoruz. Üşüyor titriyor kalın giysiler arıyoruz. Belki biz de uyusak, daha iyi olacak.
Ufacık balkonların simasında, en görkemli günleriyle Mayıs anıları duruyor. Kahveler, çaylar, şekerlemeler, serin meyve tabakları. Şimdiyse boş, terkedilmiş, boynu bükük balkonlar. Geçen yıl tek bir sardunya dururdu kenarında şu balkonun. Şu pencere önünde coşup açmış bir çiçek, ne çiçeğidir ki bu, nasıl donmuyor? Güzel yaz esintileri, camlara taşmış saksılar, salkım salkım çalılar hayalimde. Yazın kavrula kavrula geçerdik bu yollardan. Sokağın meşhur sarmaşık gülü üstünde yapraklarıyla donmuş. Öldüğünü mü sanıyorsunuz, oysa baharda öyle bir açacak ki, tüm apartman çevresini örtecek, uzun saçlarıyla, saçlarının arasına girmiş mini mini güllerle geleni geçeni şaşırtacak.
Soğuk içlerine işlemiş, sanki iyice katılaşmış kaldırım taşlarına acıyarak, tıkır tıkır eve gidiyorum. Günler uzamaya başladı mı, en uzun gece geçti mi, 365 gün günde 1-2 kere yazacağımız bir yılın son rakamı da değişmedi mi, nerede kaldı bu yaz?
Ocak. Ne Aralık gibi eskimiş ve tükenmiş, ne de Kasım gibi gözlerimizi rüzgârla yere indiriyor; umut vaad ederek sürüyor. Umuda ters düşen karanlığıyla. Daha ayaz Şubat, kandırıkçı Mart var sırada.
Ortada ne bir kedi, ne de kuş. Yanlarından geçtiğim bahçelerde, kesilmiş ağaç kütüklerini uzaktan kedi zannediyorum. Sanki kara bir kedi gölgesi sıyrılıp geçmiş gibi geliyor. Arabayla dolu olsa da, terkedilmiş kasaba gibi şehir. Sanki tüm kediler ve kuşların soyu tükenmiş gibi. Ağaçlar bu hali görmemek için uyuyor olmalılar. Biz uyumamakta direttikçe, zorlanıyoruz. Üşüyor titriyor kalın giysiler arıyoruz. Belki biz de uyusak, daha iyi olacak.
Ufacık balkonların simasında, en görkemli günleriyle Mayıs anıları duruyor. Kahveler, çaylar, şekerlemeler, serin meyve tabakları. Şimdiyse boş, terkedilmiş, boynu bükük balkonlar. Geçen yıl tek bir sardunya dururdu kenarında şu balkonun. Şu pencere önünde coşup açmış bir çiçek, ne çiçeğidir ki bu, nasıl donmuyor? Güzel yaz esintileri, camlara taşmış saksılar, salkım salkım çalılar hayalimde. Yazın kavrula kavrula geçerdik bu yollardan. Sokağın meşhur sarmaşık gülü üstünde yapraklarıyla donmuş. Öldüğünü mü sanıyorsunuz, oysa baharda öyle bir açacak ki, tüm apartman çevresini örtecek, uzun saçlarıyla, saçlarının arasına girmiş mini mini güllerle geleni geçeni şaşırtacak.
Soğuk içlerine işlemiş, sanki iyice katılaşmış kaldırım taşlarına acıyarak, tıkır tıkır eve gidiyorum. Günler uzamaya başladı mı, en uzun gece geçti mi, 365 gün günde 1-2 kere yazacağımız bir yılın son rakamı da değişmedi mi, nerede kaldı bu yaz?
Ay hislerime tercüman olmuşsun. Hiç sevmiyorum kışı, sevenlere de hayret ediyorum (kızacaklar bana). Neyse ki antalya'da kışlar pek kış gibi olmuyor da oradan yırtıyoruz:))
YanıtlaSilBir an önce ya hiç olmazsa bahar gelmesi dileğiyle:))
Ankara'ya bekleriz kutup iklimi:)
YanıtlaSilSerra kardeşim bununla ilgili bütün düşüncelerimde haklıyım bence…
YanıtlaSilHakikaten sen mühendis olmasan esaslı bir edebiyatçı olurdun.
Hoş mühendis yazar veya mühendis edebiyatçı da ilginç olur herhalde…
Şencan Öztürk
Seruş gene döktürmüşsün.Güzel bir yazı sen aslında 1940 larda yaşamalıydın. O zaman Dünya Klasikleri tercüme ediliyordu , toplumun kültür düzeyi daha yüksek idi. Sait Faik Abasıyanık, Orhan Veli Kanık , Behçet Kemal Çağlar, Yahya Kemal Beyatlı , Oktay Akbal , Necati Cumalı Cemal Süreyya ve Can Yücel gibi ünlü Edebiyatçılar o dönemde yetişti.
YanıtlaSilDr. B. Topal
Canım harika bir yazı çıkarmışsın yine :) Tasvirlerin öyle gerçekçi ki hepsi gözümde canlandı birer birer. Yüreğine sağlık...
YanıtlaSilYeşimcim ne kadar incesin:) çoook teşekkür ederim:)
YanıtlaSil