Bu kitapla ilgili bilinçsizce kullanılan yargıların çoğu, tamamen kendisi haricindeki sebeplere dayanıyor: okunduğunu yedi düvele göstermenin moda olması kendisiyle ilgili en büyük engel aslında. Ortalık, yazarının birkaç cümlesinin dolaştığı görsellerden geçilmiyor, oysa atıf yapılan kitap, bir o kadar kendi içine kapanık, kapalı bir kutu. Yayımlandığından bu yana binlerce okuru olmuş olsa da, binlerce okumayan okuru var: kitabı almaktansa kitapla verilmiş pozunun daha çok para ettiği karikatür bunun en güzel özeti. Yıllarca susmuş, acısını içinde yaşamış, ve en sonunda hiçbir şeyin zannettiği gibi olmayabileceğini öğrenmiş bir adamın hikâyesi Kürk Mantolu Madonna. Onunla birlikte siz de bu yolculuğa çıkıyorsunuz. Bu günlüğü okurken bölünmenize izin vermiyor yazar, günümüze dönüş yapmıyor, içine baktığınız berrak suyu dalgalandırmıyor.
Başlığı bana hep Anna Karenina'yı canlandıran Sophie Marceau'nun kürkler içerisindeki portrelerini zihnime getirse de, romanın bende bıraktığı izler, Raif Efendi'nin gençliğinde bir kış mevsimini geçirdiği Avrupa kentinin canlandırdığı tablo gibi görüntülerden oluşuyor. Şehirleri, evleri, odaları görmenin iki yolu vardır; ağaçlar şöyleydi gökyüzü böyle gibi metinler okumak - ki bunlar okuyucuyu nesnenin varlığından yalnızca haberdar ederler-, bir de duyguların resmettiği şehirleri seyretmek. Bu kenti Maria Puder Raif'in içinde nasıl karanlıklar ya da aydınlıklar uyandırıyorsa siz de öyle görüyorsunuz. Kâh o ayaz kış akşamında içiniz ısınıyor, karlar arasında minik ışıklar görüyorsunuz, kâh ılık bahar havasında koca şehir, göl, içinizi üşütüyor, kendinizi kaybolmuş hissediyorsunuz.
Edebi yönden en dikkat çekici satırlar ise yazarın Maria Puder ile ilgili korkularını anlattığı kısımlar bana göre. Bu korkular, hiçbir zaman bitmiyor, kâh kendisinin beslediği, kâh Maria'nın beslediği korkular bunlar. Bu kısımları okurken asla yabancı hissedemeyeceğiniz ifadelere rastlıyorsunuz.
Neredeyse her sayfada, "hani, olur ya, size de olmuştur, bilirsiniz..." dercesine yazıyor Sabahattin Ali.
Başlığı bana hep Anna Karenina'yı canlandıran Sophie Marceau'nun kürkler içerisindeki portrelerini zihnime getirse de, romanın bende bıraktığı izler, Raif Efendi'nin gençliğinde bir kış mevsimini geçirdiği Avrupa kentinin canlandırdığı tablo gibi görüntülerden oluşuyor. Şehirleri, evleri, odaları görmenin iki yolu vardır; ağaçlar şöyleydi gökyüzü böyle gibi metinler okumak - ki bunlar okuyucuyu nesnenin varlığından yalnızca haberdar ederler-, bir de duyguların resmettiği şehirleri seyretmek. Bu kenti Maria Puder Raif'in içinde nasıl karanlıklar ya da aydınlıklar uyandırıyorsa siz de öyle görüyorsunuz. Kâh o ayaz kış akşamında içiniz ısınıyor, karlar arasında minik ışıklar görüyorsunuz, kâh ılık bahar havasında koca şehir, göl, içinizi üşütüyor, kendinizi kaybolmuş hissediyorsunuz.
Edebi yönden en dikkat çekici satırlar ise yazarın Maria Puder ile ilgili korkularını anlattığı kısımlar bana göre. Bu korkular, hiçbir zaman bitmiyor, kâh kendisinin beslediği, kâh Maria'nın beslediği korkular bunlar. Bu kısımları okurken asla yabancı hissedemeyeceğiniz ifadelere rastlıyorsunuz.
"Ona yalan söylememek, kendimi tahrif etmemek, hiçbir şeyi değiştirmemek için o kadar gayret sarf ediyor, hatta bu gayrette bazen ileri giderek kendi aleyhimdeki noktaları o kadar tebarüz ettiriyordum ki, bu sebeple gene hakikatten ayrılmış oluyordum.Kitabı, yazarın bu kadar kendini ortaya çekinmeden koymasına hafifçe kızarak okumaya devam ediyorsunuz:
"Her söz, hatta ağzımdan çıkacak her ses, saadetimi bozacak, hatta bulandıracak diye korkuyordum. O hâlâ, bu sefer de biraz korkuyla, yüzüme bakıyordu.
Neredeyse her sayfada, "hani, olur ya, size de olmuştur, bilirsiniz..." dercesine yazıyor Sabahattin Ali.
"Hiçbir şey düşünmemek, hatırlamamak istiyordum. ...hayalimle yapacağım her kurcalamanın, bugün yaşadığım birkaç saatin harikulade vak'alarına ve bu vak'aların emsalsiz ahengine zarar vereceğinden çekiniyordum.Bir sevdaya dâhil olmazdan önceki her an, her duygu nasıl ince ince işlenir ve sevdanın içine karıştıktan sonra sadece eylemlerle ifadeye kısıtlanırsa edebi metinler, bu romanda hissiyatın gelişimi sevda nehri içindeyken de işleniyor.
"Fakat karşısındakinin her kanaatini doğru bulup benimsemek için vesile aramak da bir nevi ruh yakınlığı alameti değil miydi?İnsanlara bir türlü güvenemeyen Maria Puder ile aşk üzerine konuşmalar dikkat çekicidir, sizi de düşünmeye, biraz daha düşünmeye sevk eder.
Aşkı dışarıdan birdenbile gelen bir şey zannetmek doğru değildir. O içimizde zaten mevcut olan hislerin bizi şaşırtacak kadar şiddetlenivermesinden ibarettir.Bu roman, bir erkeğin nasıl tüm varlığıyla sevebileceği, kendini adayabileceği, filmlerde ve romanlarda birdenbire, sebepsiz gelişen ve sevgiye göre daha üst mertebelere yakıştırılan, bir o kadar da çabuk sönüveren sevdayı nasıl masallardaki gibi yaşamak isteyebileceğine çok güzel bir örnek oluşturuyor. Sıklıkla, bu hikâyenin gerçekten yaşanmış olabileceği duygusuna kapılacak olmanız bu ormanın en güçlü özelliklerinden biridir. Raif, bu sevdayı en çabuk solan hevesler kadar güçlü, hiç solmayan ve heyecansızlıkla yaftalanan yıllanmış sevgiler kadar ömürlük yaşar. hikâyenin başı ve sonunda çok beklenmedik örgüler bulunmasa bile, duyguların ifadeleri romanı biricik kılan şeyler olup çıkıyor.
f.: Serra Topal, 2016 |
Bütün Romanları, Kuyucaklı Yusuf, İçimizdeki Şeytan, Kürk Mantolu Madonna
Sabahattin Ali
Yapı Kredi Yayınları, Delta
3. baskı, Mart 2010, s. 715-874
Kürk Mantolu Madonna için modern bir masal da denilebilir. Her insanın içinden geçirdiği birbirinden farklı yaşama biçimleri vardır. Yaşadıklarımız tamam ama bir de gerçekleştiremediklerimiz var. Onlar içimizde nereye gidiyor? Vakti gelince bir çiçek gibi açmak için düşler bahçesinin tohumluğuna mı gömülüyor? Ya da umutsuzca terkedilmiş duygular mezarlığına mı? Kitap, son tahlilde bu soruların yanıtını da veriyor.
YanıtlaSilKısa ama etkili bir kitap değerlendirme yazısı okudum. Tebrik ediyorum.
Çok teşekkür ediyorum yorumunuz ve beğeniniz için.
YanıtlaSil