Ana içeriğe atla

Nermin Yıldırım'ın Unutma Dersleri

Nermin Yıldırım, geçmişle, hâtıralarla, bellek ile derdi olan bir yazar. İyi ki de öyle, çünkü başka türlü, bizlere bu kadar yürekten dokunamazdı. Üçüncü kitabı olan Saklı Bahçeler Haritası ile tanıdığım, sonra kentime ne zaman gelse peşine takıldığım, mutlaka bir sarılmadan edemediğim Nermin Yıldırım'ın dördüncü kitabı. Nedense kendisini kitaplarını yazış sırasıyla izleyemedim, ve hâlâ da o niyette değilim. Sanırım biraz hissettiğim yönde izliyorum kitaplarını.

Bir kere tehlikeli bir kitap, çünkü herkes yaralarıyla yaşar; üstelik, görünürdeki yaralardan daha derinde, unuttuğu, ya da varlığını bildiği halde hayatında sonradan açılan hiçbir yara ile ilişkilendirmediği, bu yüzden gözünde masumlaştırdığı, ya da gerçekten masum sandığı yaralarla. Dokunmadan derinleşen, karşısına çıkmadıkça çatallaşan, yüzleşmedikçe bürüyen yaralar.

En güzel yanlarından biri sizi kendi yangınınızın içine çekerken, dumandan boğulmanıza engel minik nefes alanları yaratması, çünkü Feribe, kendisini iğnelerken bunu çok güzel bir mizahla yapan bir kadın. Acı çekerken bunu sürekli hüzün ve türevi davranışlarla yapamazsınız. Arada gülmek şarttır. Zihin ve yürek, mutlaka kendisini, durumunu alaya alır, ve bunu kendisini iğnelerken kendine güya bir ders vermek, bu dersi içine kazımak için kullanır. Sahibi biraz kitap okumuş bir zihinse, kendini iğnelemesi de ahmakça sıfatlar yakıştırmaktan daha incelikli olur. Bilince ait bir savunma mekanizması. Feribe, zamanımızın, kendiyle ilgili, duygularıyla, evliliğiyle, işiyle, arkadaşlarıyla, kısacası çevresindekilerle ilgili pek çok şeyin farkında olan bir insan, ama işin güzel yanı, farkında olmadığı pekçok şeyin de ortasında olması; tıpkı bizler gibi. En çok bilincinde, ve içeriğiyle emin olduğumuz anlar, en çok şeyi bilmediğimiz ve içeriği, eğer gerçeği biliyor olsaydık, bizi şaşırtacak anlar olabilir aslında.

İkincisi, kitabın gelişigüzel, ve elbette çalakalem değil, bir uzmandan da fikirler ya da bilgi alınarak yazılmış olması. Bu sayede, edebiyatın dehlizlerinde gezineceğim derken, yaralı okurların -yani hepimizin, yaralarıyla bilinçsizce oynamak gibi bir tehilekeye düşmüyor Nermin Yıldırım. Daha dramatik bir atmosfer yaratmaya, daha gerçek bir yol yaratmayı tercih ediyor. Yangının içinde ilerliyorsunuz, önünüzü pek göremeseniz bile, en azından ardınızda neler bıraktığınızı biliyorsunuz.

Dil olarak Unutma Dersleri'ni okudukça Saklı Bahçeler Haritası'na tekrar geri dönek gibi bir merak da uyandı içimde. Yazarın bazı kelimelerle aşk yaşayan bir yazar olduğunu biliyoruz, unutulmuş, artık pek kullanılmayan kelimeleri "elinden" düşürmemek onun güzel bir alışkanlığı. Bu merakı Unutma Dersleri'nde daha yoğun ortaya çıkmış gibi görünüyor. Hiçbir şeyi bilindik ifadelerle, betimlemelerle ortaya koymak istemez gibi.

Okunan metnin çarpıcılığını konuların ilginçliği ya da üslup denemeleriyle değil uzun zamandır samimiyetle ölçen biri olarak, ne konuya değişiklikler katmakla uğraşan ne de üslup üstünde gereğinden fazla kafa yoran yazarın Unutma Dersleri'ne tıpkı Feribe gibi ben de katıldım, ve çoğu söyleminde, ânında ona eşlik ettim. Bir de bakmışım, altını çizmeye başlamışım kimi şeylerin, edebiyatla hiç de ilgisi olmayan, hayatla ilgisi olan aralara serpiştirilmiş fener ışıklarının. Hayır, öğrendiğim şeyler değil bunlar, belki anne karnına öğrendiğim, ama sonra unuttuğum şeyler. Acılarımızı unuttuğumuz değerli şeyleri anımsamak için de yaşarız. Bir de bakmışım, kimi satırları arkadaşlarıma gönderir olmuşum, ve bir de bakmışız, onlar da derinden bir yerde kendilerine bir el uzanmış olacak ki, birlikte düşünür taşınır olmuşuz. Dahası şu koca dünyada, kimileriyle yazarı imza gününde görmeye gider, sanki keşfedilmemiş güzel bir sokakta buluşup demli bir çay içer gibi olmuşuz.

Not. Ve Ses'in kim olduğunu galiba biliyorum.

Unutmak, anımsamak, unutmak için anımsamak ve hiç unutmamak üzerine.

Unutma Dersleri
Nermin Yıldırım
Doğan Kitap, 4. baskı
312 sayfa

İşbu Web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na tabidir ve içeriğine ilişkin her türlü yazı içeren bilgi-belge ve her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları blog yazarına aittir. İşbu web sitesinin içeriği, sitede kullanılan her türlü yazılı malzeme Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve Türk Ceza Kanunu kapsamında korunmaktadır.

Sitede yer alan bilgilerin çoğaltılması, başka bir lisana çevrilmesi, saklanması veya işleme tutulması da dahil, blog yazarının önceden yazılı iznine tabidir. Bu sebeple bu sitede yer alan metinler kısmen veya tamamen sahibinin yazılı izni olmadan hiçbir şekilde, çoğaltılamaz, yayınlanamaz, kopyalanamaz, sunulamaz ve aktarılamaz. Sitenin bütünü veya bir kısmı diğer bir Web sitesinde izinsiz olarak kullanılamaz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayın...

İnsancıklar

İki adet alıntı sunuyorum sizlere. Birincisi, Ah şu masalcılar! Yazacak yararlı, hoş, kişiye haz veren bir şey bulamazlar da, ne kadar pislik varsa dökerler ortaya! Yetkim olsa yazmayı yasak ederdim onlara! Ne biçim şeylerdir yazdıkları? Okurken ister istemez düşünüyor insan... Kafasını kaşıyor. İnan olsun yasak ederdim onlara yazmayı! Basbayağı yasaklardım. (Kn. V. F. Odeyevski) Bu da diğeri; Ah şu hikayeciler yok mu!... Faydalı, hoş, ruh okşayan yazılar yazmazlar da, şunu bunu karıştırıp, ortaya dökerler. Elimden gelse, topunun yazı yazmasına engel olurdum. Nedir bu, okursun, okursun... alır seni bir düşünce... Aklına saçmasapan şeyler gelir. Vallahi, yazdırtmazdım bunları, hepsini yasak ederdim. (Prens V. F. Odoyevski) Dostoyevski'nin İnsancıklar romanı bu metinle açılıyor. Ancak iki farklı çevirmenle, metnin hangi noktalara gideceğini göstermek istiyorum. Bu incecik kitabın bana edebi çeviri' nin neredeyse çevirmenin edebiyatı olduğunu farketmemde faydası oldu. Ru...

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze...