Mahur Beste sizi içine çekiveren insanları ve hikâyeleriyle, Tanpınar'daki cevherin size en güzel şekilde ilk göz kırptığı romandır. Babasının güçlü kişiliği altında ezilerek büyümeye mahkûm olan ve kendi şahsiyetini en baştan silen Behçet Bey'in hikâyesiyle başlar, hipnotize olarak okuyacağınız babası İsmail Molla Bey ile, gizemlerini satır satır anlamaya çalışacağınız Atiye Hanım ile ilerler... Her bir kişinin öyküsü, bir diğeriyle ilişkilidir, ancak parlaklıkları gittikçe azalan birer yıldız gibidirler.
Kitapta sonradan tefrika edilecek olan Saatleri Ayarlama Enstitüsü'ne birçok göndermede de bulunulur. Daha o zamandan eşyalara, eşyanın insanlar üzerindeki haklarına, saatlere ve günlük yaşamımıza nasıl karıştıklarına dair izler buluruz.
Yine Huzur romanında daha zamanına uygun çerçeveler içinde olsa da, Şark-Garp, geçmiş-gelecek üzerinde karakterlerin kendileri şahsiyetleriyle de şekillenen çok yerinde tespitler vardır. Özellikle İsmail Molla Bey ile Sabri Hoca'nın bu konudaki konuşmaları çok dikkat çekicidir.
İsmail Molla Bey mevkii gereği toplumun inancı yaşayış biçimine yön verebildiği yıllar içerisinde işin aslının samimiyette yattığını, ve bu samimiyetin bu topraklardan gelen bir mirastan ayrı düşünülemeyeceğini kavramıştır. İnancı yaşayış biçimiyle ilgili de olsa ilmin, insanı samimiyetten veya bu toprakların kültür mirasından uzaklaştırabileceği gerçeğini hatırlatır.
İsmail Molla Bey'in gelini Atiye Hanım'dan o zamanlarda seçkin bir ailede kız yetiştirilişiyle birlikte biraz Reşat Nuri'nin Çalıkuşu'nda Feride'nin çocukluğuna dair yansımalar buluruz. O zamanlar Osmanlı'da bir gayrimüslim olmanın nasıl bir şey olduğunu size yaşamöyküsüyle anlatır Nuri Bey'in sırdaşı Agop: bir paşanın himayesinde yetişen bir yetimken, ticaret kafasıyla nasıl servetler edinir, buna rağmen çocukluğun ilk özlemi nasıl içinde kalır... O yıllarda herkes için alışıldık bir şey olan, neredeyse her hafta bir semti süpürüp yutan İstanbul yangınlarının birinden kurtularak büyük bir travmaya düşen Nuri Bey'in hayatında ilerlerken... Kitabın sonuna yaklaşıp, sayfaların azaldığını gördükçe, tüm bunlar nereye varacak, diye düşünmeye başlarsınız...
Kitapta sonradan tefrika edilecek olan Saatleri Ayarlama Enstitüsü'ne birçok göndermede de bulunulur. Daha o zamandan eşyalara, eşyanın insanlar üzerindeki haklarına, saatlere ve günlük yaşamımıza nasıl karıştıklarına dair izler buluruz.
Yine Huzur romanında daha zamanına uygun çerçeveler içinde olsa da, Şark-Garp, geçmiş-gelecek üzerinde karakterlerin kendileri şahsiyetleriyle de şekillenen çok yerinde tespitler vardır. Özellikle İsmail Molla Bey ile Sabri Hoca'nın bu konudaki konuşmaları çok dikkat çekicidir.
"... Sen garptan geri olduğumuzu söylüyorsun. Zaten herkes bunu söylüyor; elbette doğru bir söz olsa gerektir. Fakat ben daha mühim bir şey söyleyeceğim. Ben hemen etrafımızdaki hayattan geri olduğumuzu söyleyeceğim. Bence ne şark, ne şu, ne bu vardır; etrafımızda gördüğümüz hayat vardır. Bizi yapan bu hayattır. (...) En çetin fıkıh meselesini, hazırladığım bir fetva ile hallettiğim bir günün sonunda, evimin kapısında yanlış yunluş bir Arapça ile dua eden, abanî sarıklı kör dilenciye gıpta ettim. Onu Allah'a daha yakın buldum; medresede öğrendiğim, tekkede dinlediğim Allah'a değil, fakat içinde yaşadığım bu hayatın bütün yüksek taraflarını, insanlığını, cevherini kendinde toplayan Allah'a. (...) Gene anladım ki bizim şark, Müslümanlık, şu bu diye tebcil ettiğimiz şeyler, bu toprakta kendi hayatımızda yarattığımız şekillerdir. Bize uluhiyetin çehresini veren Hamdullah'ın yazısı, Itrî'nin Tekbir'i, kim olduğunu bilmediğimiz bir işçinin yaptığı mihraptır."
İsmail Molla Bey mevkii gereği toplumun inancı yaşayış biçimine yön verebildiği yıllar içerisinde işin aslının samimiyette yattığını, ve bu samimiyetin bu topraklardan gelen bir mirastan ayrı düşünülemeyeceğini kavramıştır. İnancı yaşayış biçimiyle ilgili de olsa ilmin, insanı samimiyetten veya bu toprakların kültür mirasından uzaklaştırabileceği gerçeğini hatırlatır.
İsmail Molla Bey'in gelini Atiye Hanım'dan o zamanlarda seçkin bir ailede kız yetiştirilişiyle birlikte biraz Reşat Nuri'nin Çalıkuşu'nda Feride'nin çocukluğuna dair yansımalar buluruz. O zamanlar Osmanlı'da bir gayrimüslim olmanın nasıl bir şey olduğunu size yaşamöyküsüyle anlatır Nuri Bey'in sırdaşı Agop: bir paşanın himayesinde yetişen bir yetimken, ticaret kafasıyla nasıl servetler edinir, buna rağmen çocukluğun ilk özlemi nasıl içinde kalır... O yıllarda herkes için alışıldık bir şey olan, neredeyse her hafta bir semti süpürüp yutan İstanbul yangınlarının birinden kurtularak büyük bir travmaya düşen Nuri Bey'in hayatında ilerlerken... Kitabın sonuna yaklaşıp, sayfaların azaldığını gördükçe, tüm bunlar nereye varacak, diye düşünmeye başlarsınız...
Mahur Beste
Ahmet Hamdi Tanpınar
Dergâh Yayınları, 160 sayfa
16. baskı, Kasım 2016
İşbu Web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na tabidir ve içeriğine ilişkin her türlü yazı içeren bilgi-belge ve her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları blog yazarına aittir. İşbu web sitesinin içeriği, sitede kullanılan her türlü yazılı malzeme Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve Türk Ceza Kanunu kapsamında korunmaktadır.
Sitede yer alan bilgilerin çoğaltılması, başka bir lisana çevrilmesi, saklanması veya işleme tutulması da dahil, blog yazarının önceden yazılı iznine tabidir. Bu sebeple bu sitede yer alan metinler kısmen veya tamamen sahibinin yazılı izni olmadan hiçbir şekilde, çoğaltılamaz, yayınlanamaz, kopyalanamaz, sunulamaz ve aktarılamaz. Sitenin bütünü veya bir kısmı diğer bir Web sitesinde izinsiz olarak kullanılamaz.
Tanpınar eserlerini sırayla okumayı düşünüyorum. Beş Şehirle başladım. Sırada Saatleri Ayarlama Enstitüsü.
YanıtlaSilKeyifli okumalar, ben biraz karışık gittim galiba, Huzur, SAE, Mahur Beste... :)
YanıtlaSil