Uzun süredir kendimde gözlediğim bir şeyi buraya yazmam gerekiyor; çünkü burayı kitap, seyahat ve itiraz yazıları alanım olarak 2009'dan beri işgal ediyorum.
Ben artık, kurgusal edebiyat okuyamıyorum. Dünyada milyarlarca kitap var, her hafta binlercesi basılıyor, her gün yüzlerce sayfası yazılıyor. Dünyadan el etek çekip hepsini okumaya kalksak bile buna ömrümüzün vefâ etmeyeceği aşikâr, şurada yazdığım üzere, belleğimizin de; dahası, çok çok çok okumayı, misket sayar gibi kitap saymayı da gerekli görmüyorum: çünkü kurgunun sonu yok, ve daha büyük arayışlarınız varsa, tıkanacağı ve tükeneceği açık.
Yaklaşık 200 yıldır, büyük yazarların klasiklerini okuyarak insanı, iç dünyasını, hezeyanlarını ve tekâmülünü öğrenmeye, takip etmeye çalıştı insanlık. Ancak bu kitap varlıklarının yaşamlarını kurgulayarak yazarlar, bir neviî insanın, yani kendilerinin aczlerini kırmaya çalışıyorlardı (Ahmet Altan'ın çarpıcı bir tespitini anımsarsak, "Kitap yazmak, insanın Tanrılığa en yaklaştığı şeydir"), roman kişilerine "hayat vererek", hayatlarını şekillendirerek ve onları çaresiz bırakarak. Muhtemelen bunlar, çevrelerinde ve hayatta zaten gözlemledikleri veya çocukluktan itibaren kendilerine kodlanan, "hayat âdil değildir" yargısıyla bağlantılıydı. Yine de ilk örnekler, bir sanatsal ifade yöntemi olarak oldukça çarpıcı edebî eserlerdi, son dönemlerde ise içerik, yöntemin önüne geçti, çünkü çok sayıda kitap yazılıyordu ve hemen tüketilmeleri kaçınılmaz olmuştu. Artık çoksatar olması ümidiyle en akla hayale gelmez uç noktaların iç içe geçirildiği, sorulsa "Hayatın kendisini, gerçekliklerini yazdım" diyecek kurgulayıcılarıyla kitaplar, tıpkı moda endüstrisi gibi, bir çıkmaza girdiler, ve bunları okuyarak hayatın ilginçliğini, başa gelebilecek şeylerin sonsuz olasılıklarını ne kadar zihnimize doldurursak dolduralım, belli bir noktaya varamayacağımız aşikâr: kendimizi tanımıyoruz ve başkalarının kurgularını okuyarak bir yüzleşme yaşamıyoruz. Yaşadığımız deneyim, ancak duygularımızın tetiklenmesi, hattâ belki manipülasyonu, belki anılarımızın çağrıştırılması ile, yüzleşmenin ancak bir gölgesi olabilir.
Yüzleşme, zorluklar bize gelip çattığında yaşadıklarımızın açtığı yollarda biz istersek meydana gelir.
Yıllarca, Rus klasikleri başta olmak üzere, Fransız ve Türk edebiyatından pekçok eser okudum, çoğunu bu sayfaya da yazdım, verdikleri ilhamlar, kendi dönemlerine sağladıkları katkılar veya edebiyat içindeki önemleri üzerine. Bu eserlerdeki kişiler, yaşamımda köşebaşı veya dönemeç diyebileceğim zorluk veya sevinç anlarında hiçbir zaman aklıma gelmedi. Kimsenin de geldiğini sanmıyorum. Belki yazarları böyle bir hedef gütmüyorlardı, ancak ticari kaygılarla yazılan herşey, elbet çağlarca kalıcı olma hedefiyle yazılır, ve insanoğlu, edebiyata ve diğer sanat alanlarına yüklediği aşırı önem ile böyle bir karşılıksızlık ile karşı karşıya kaldı. Bunca okuma, bunca sanat dalı, elbet, bana kendimi ifade etme anlamında, mutlaka çok şey kazandırdı, ancak bunların daha ileri noktada, yani yaşamı dönüştürme gibi büyük adımlar kapsamında bir cevap veremeyeceklerini düşünüyorum.
Kendimizi bilmeden pekçok eseri ve onları meydana getirmiş kişileri ezbere biliyoruz, yazarlarını, dâhil olduğu akımları (-izm'ler), dönemleri, sebeplerini, ve yazdıkları en hikmetli şeylere kapılıp başka zaman yazdıkları en saçma şeyleri gözardı edebiliyoruz. Bu durum, sadece edebî eserler ile kısıtlı tutulmayıp, müzik, sinema endüstrisi, spor gibi pekçok alana genişletilebilir. Filmlerin ve kurgusal kahramanlarının esiri olabiliriz, spor kulüpleri ve takımlarının aşırı savunucuları (hiç tanımadığımız insanları kıracak kadar), sanatçıların ve yazarların eşyaları müzayedelerde yüzbinlerce dolara satılabilir (kendi eseri satıldığı an eseri sabote eden Banksy'i hatırlayalım); bizleri hiç tanımayan ve tanımayacak olan ünlü kişilerin kimliklerine bürünmeye çalışabiliriz, onlar gibi olmak uğruna kendi yeteneklerimizi, bu hayatta başka koşullar veya başka bir zamanda doğmuş olsak yapabileceklerimizi, yani ruhumuzun bizi eninde sonunda getireceği eylem noktasını şu anda arkaya atabilir veya bu potansiyellerimizi hiç farketmeyebiliriz.
Kısaca, bizi kendimizle karşılaşmaya çağırmanın birer taklidini yapan her kitaba, her akıma, fikre, ideolojiye, trende müptelâ olabilir, onların askerleri, savunucuları olabiliriz, onlara bir daha geri gelmeyecek olan zamanımızı, ömrümüzün sayılı nefeslerini harcayabiliriz.
Ben artık, devirlerce gelip geçmiş sanatsal, politik, endüstriyel, edebî liderlerin eylemleri, başarıları, örnek veya lider oldukları akım ve hareketlere kendimi vakfetmeyi önemli görmüyorum. Yarın ölse, bir insanın, yaşamımı Arsenal, Lady Gaga, sosyalizm (veya herhangi bir -izm), ya da evime doldurduğum 30.000 kitaba harcadım, deme olasılığı beni ürkütüyor.
Binlerce millete gönderilmiş olan binlerce elçiden bize ulaşan Allah'ın sözcüklerini, kendi zamanlarında kendilerini anlatabilecekleri bir websayfaları ya da sosyal medya hesapları, bir fotoğrafları bile olmamış bu Hak elçiler ile çevrelerindeki mütevazı, genellikle isimsiz insanları anlatan biyografilere adanacak zamana kıymet veriyorum. Onlardaki örneklik, hayat prensipleri, kararlılıklara, cesarete, dürüstlüğe, erdemlere... Ve elbette bunlar üzerinde araştıran, düşünen kişilerin eserleriyle, doğa ve ilâhî düzeninin ilham verdiği her türlü yazıya, araştırmaya, kısacası kurgu olmayan ve yaşama dair olan her kitaba harcanan zamanı.
Bu okumalar sonucunda hayata, insanlara, adalete, çevreye, doğraya, kentlere ve bireylere, toplumlara yönelik dönüşen duyarlılıklarımı da yazma (ve eyleme dökme) ihtiyacı duyuyorum. Bu sebeple 12 yıldır emek verdiğim bu sayfada 1-2 yıldır hep bu amaç çevresinde şekillenen okumalar, hassasiyetler, eleştiriler ve çağrıları görüyorsunuz, ve ömrüm izin verdiği müddetçe göreceksiniz.
23.10.2021
Yorumlar
Yorum Gönder
Fikirlerinizi paylaşmaktan çekinmeyin!