En sondaki a harfi eksik değil, doğru olan yazımı bu şekilde. Anna Karenina, en başta ismiyle bile büyük karmaşaya neden olmuş bir karakterdir, "Karenina" çevirmenlerin bir yaratısından başka bir şey değildir. Kitabın sonunda öğreniyoruz bunu, Vladimir Nabokov'un Son sözünü okurken.
Önsözlerin okuyucuya henüz okumadığı şeyler hakkında çeşitli fikirler, dolayısıyla önyargılar aşıladıklarını nasıl düşünüyorsam, Son sözlerin de, yazılmış bitmiş olan şeylerin üzerine eklenen herşey gibi fazlalık olduklarını düşünüyorum. Bu yüzden Önsözü olmadığı için sevindiğim Anna Karenin'in Son sözünü bir eleştiri yazısıymış gibi görerek okumaya çalıştım.
Gerçekten de, yazılmış olan edebi metnin tekrarlandığı her alıntı bana fazlalık gibi geldi. Bununla birlikte Nabokov'un pekçok görüşüne katılmadım, ama kitabı okurken yazdığım ilk ve ikinci yazılarda edindiğim görüşlere yakın önermeleri beni mutlu etti.
Bana göre, kitapta önyargıların yıkıldığı, değişimlerin yaşandığı ve son olarak kesişimlerin yaşandığı üç ana kısım vardır, her biri 25-30 kısımlık bir sürü bölüme ayrılmış olsa da. Değişimlerin yaşandığı ikinci bölümün ardından, kesişimlerle dolu son bölümü okumaya başladığımda, romanın en başından itibaren ipuçları verilen olaylar ve imgelerin, bu kısımda bir anlama kavuşacağını bilmem gerekirdi - zaten bir kitabı bitirirken alınan keyfi veren şey de bu değil midir?
Tolstoy'un, dürüst ve aleni yaşanan ve bu yüzden aşağılanan aşkı övmesiyle, bu aşkın metafizik olmayan ve cinselliğe dayalılığıyla yıkıma mahkûm oluşunu yermesi bir aradadır. Anna Karenin, bünyesinde bu dev çelişkiyi taşımasıyla bu nedenle kolay bir yapıt değildir.
Anna Karenin'in romandan çekilmesinin ardından anlatılanlar, bana doruk noktasına ulaşmış ve parçalanmış bir gerilimden sonraki sakin bir mutlu son yaşamını çağrıştırdı, her ne kadar bir araya gelen karakterlerin kendi iç dönüşümlerini tamamlamaları için biraz daha okumak gerekse de. Bu noktada Tolstoy'un, yaşamının son zamanlarında kendi kendine ulaştığı, herkesi kucaklayan bir ilâhi güç fikrinin izlerini görüyoruz. Bu fikirleri yüzünden Kilise tarafından aforoz edilmiş olsa da bu, düşüncelerini, sorularını, iç sesini romanın son yapraklarına düşürmesine engel olmamıştır.
Son olarak, kitabı okurken gözümde canlanan sahnelerin hiçbirisi, uyarlandığı sinema filmlerindeki çarpıcı sahneler olmamıştır. Sanırım bu da, edebiyatın, hiçbir zaman görsellikle ölemeyeceği, hatta yaralanamayacağının bir kanıtıdır.
Önsözlerin okuyucuya henüz okumadığı şeyler hakkında çeşitli fikirler, dolayısıyla önyargılar aşıladıklarını nasıl düşünüyorsam, Son sözlerin de, yazılmış bitmiş olan şeylerin üzerine eklenen herşey gibi fazlalık olduklarını düşünüyorum. Bu yüzden Önsözü olmadığı için sevindiğim Anna Karenin'in Son sözünü bir eleştiri yazısıymış gibi görerek okumaya çalıştım.
Gerçekten de, yazılmış olan edebi metnin tekrarlandığı her alıntı bana fazlalık gibi geldi. Bununla birlikte Nabokov'un pekçok görüşüne katılmadım, ama kitabı okurken yazdığım ilk ve ikinci yazılarda edindiğim görüşlere yakın önermeleri beni mutlu etti.
Bana göre, kitapta önyargıların yıkıldığı, değişimlerin yaşandığı ve son olarak kesişimlerin yaşandığı üç ana kısım vardır, her biri 25-30 kısımlık bir sürü bölüme ayrılmış olsa da. Değişimlerin yaşandığı ikinci bölümün ardından, kesişimlerle dolu son bölümü okumaya başladığımda, romanın en başından itibaren ipuçları verilen olaylar ve imgelerin, bu kısımda bir anlama kavuşacağını bilmem gerekirdi - zaten bir kitabı bitirirken alınan keyfi veren şey de bu değil midir?
Tolstoy'un, dürüst ve aleni yaşanan ve bu yüzden aşağılanan aşkı övmesiyle, bu aşkın metafizik olmayan ve cinselliğe dayalılığıyla yıkıma mahkûm oluşunu yermesi bir aradadır. Anna Karenin, bünyesinde bu dev çelişkiyi taşımasıyla bu nedenle kolay bir yapıt değildir.
Anna Karenin'in romandan çekilmesinin ardından anlatılanlar, bana doruk noktasına ulaşmış ve parçalanmış bir gerilimden sonraki sakin bir mutlu son yaşamını çağrıştırdı, her ne kadar bir araya gelen karakterlerin kendi iç dönüşümlerini tamamlamaları için biraz daha okumak gerekse de. Bu noktada Tolstoy'un, yaşamının son zamanlarında kendi kendine ulaştığı, herkesi kucaklayan bir ilâhi güç fikrinin izlerini görüyoruz. Bu fikirleri yüzünden Kilise tarafından aforoz edilmiş olsa da bu, düşüncelerini, sorularını, iç sesini romanın son yapraklarına düşürmesine engel olmamıştır.
Son olarak, kitabı okurken gözümde canlanan sahnelerin hiçbirisi, uyarlandığı sinema filmlerindeki çarpıcı sahneler olmamıştır. Sanırım bu da, edebiyatın, hiçbir zaman görsellikle ölemeyeceği, hatta yaralanamayacağının bir kanıtıdır.
Anna Karenina, Lev Tolstoy
çeviri: Ergin Altay, İletişim Yayınları, 836 sayfa
Sonsöz çeviri: Fatih Özgüven
Dünya Klasikleri, Dizi editörü Orhan Pamuk
Yorumlar
Yorum Gönder
Fikirlerinizi paylaşmaktan çekinmeyin!