Ana içeriğe atla

Yaşar Kemal Maratonu: İnce Memed I, 7 Yıl Sonra Yeniden

Yıllar önce okumuştum İnce Memed'in 1. cildiniNeden Okuduğumuz Çoğu Kitabı Unuturuz çevirisi bu sayfada henüz üst sıralarda dururken, ilk cildi tekrar elime aldığımda, aslında hiç unutmamış olduğumu gördüm. Bir çocuğun savaştan kaçar gibi köyünden kaçması, sığındığı bir evde içtiği buğusu tüten çorba, köyünde annesiyle çektiği eziyetler, hepsi teker teker zihnimden bellek yollarıma döküldüler. Bunda, bu sahnelerin şiir gibi olmasının bir etkisi olabilir, ya da çok az şiir okuyor olmamın; veya hiç bilmediğim bir geçmiş ama kanımla, tarihimle doğrudan ilgisi olan bizdenliği etkisiyle.

2012 yılında 1. cilde yazdığım her iki yazıda da, hem ovayı merak etmiş, hem de bu kişi gerçekten yaşadı mı diye araştırmıştım. Bu okuyuşumda ise, toprak ağalığının geçmişi, özellikle Cumhuriyet'in ilk yıllarında toprak mülkiyeti hakkında yapılmış girişimleri merak edip araştırdım. Buradan 7 yıl içinde aynı kitabı ne kadar farklı okuyabiliriz, önemli bir çıkarım yapmak mümkün. Bambaşka bir okuma deneyimi olabilir bu.

 Cumhuriyet Türkiye’si, Osmanlı döneminden adil olmayan bir toprak mülkiyet yapısı devralmıştı. Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren toprak üzerinde özel mülkiyeti pekiştirici yasal düzenlemeler yapılmıştır. Atatürk birçok konuşmasında, her çiftçinin emeğini değerlendirebileceği ve geçimini sağlayabileceği kadar toprağa sahip kılınmasını istemekteydi. Onun tavsiye ve direktifleriyle topraksız köylüye arazi dağıtılması için bir takım çalışmalar yapılmıştır. 1938 yılına kadar hükümetler köylüye önemli miktarlarda toprak dağıtmıştır. Bu dağıtılan araziler devlete ait arazilerden ibaret kalmış, büyük toprak sahiplerinin elindeki arazilere dokunulmamıştır. Yapılan bu çalışmalar Türkiye’deki toprak mülkiyet yapısındaki çarpıklığın belli ölçüde giderilmesine katkıda bulunmuştur [1].
İnce Memed I, bu makalenin ilk cümlesinin belki hiçbir belgesel, film veya teknik gezi, saha araştırması ile sunulamayacak başarılı bir tanımlamasıdır.


Köylünün tepesinde ağalar, ağaların çevresinde o zaman kâh Paşa'nın çevresinden gelen, İstiklâl Harbi'ne dek uzanan kahramanlık hikâyeleriyle kendilerini ve çevresini kandıran toprak sahipleri, kâh yeni Cumhuriyetin çökmesini içten içe arzulayan gizli Osmanlı sevdalıları gibi, her zihniyetten yöneticiler... Bu zehirli sarmaşıklar sadece ovaları değil, Ankara'yı da içten içe sarmış gibi görünüyor okuyucuya.
"Kurtuluş Savaşının örgütlenmesini ve kazanılmasını sağlayan toplumsal ittifakta büyük arazi sahipleri önemli bir rol oynamışlardı. Bu nedenle, büyük toprak sahipleri askeri-bürokrat yönetici kadronun bir iktisadi kalkınma stratejisi oluşturmasını da önemli ölçüde etkilediler. Cumhuriyet hükümetleri başlangıçta büyük arazi sahiplerinden yana bir tavırla yola çıktı." [2]
"(...) kırsal kesimde yaşayan toplam bir milyon ailenin %87’sinin bütün toprakların %35’ine sahip olmasına karşılık, ailelerin sadece %1’inin toprakların %39’una ve %4’ünün toprakların %26’sına sahip olduğu anlaşılmaktadır. Yani toplam ailelerin %5 gibi, çok az bir kısmını oluşturan derebeyi ve toprak ağaları toplam tarım arazilerinin %65’ini elinde bulunduruyordu." [3]
İlk cilt, yetim bir gencin, kendi köyünün ağasıyla sadece kendi sevdası için başladığı mücadelesinin, sonradan annesiyle köylüsünün yaşadığı zulme son vermeye dönüştüğü hikâyesini anlatır. Aklında kıvılcımlanan başka bir düzen ihtimali, harmanına kimsenin el koymadığı, ağaya haraç vermediği, vermemekte direnirse dışlanmadığı, kışın aç kalmadığı ve hayvanlarının elinden alınmadığı bir düzendir.
"Anadolu genelinde, 10 dönümden küçük işletmelerin büyük bir oran oluşturması, gerek iklim koşullarının sertliği ve elverişsizliği, gerek yetiştirilen ürün türleri ve gerekse kullanılan teknolojinin geriliği göz önünde bulundurulduğunda ülke genelindeki işletmelerin bir köylü ailesine geçimlik gelir sağlamaktan uzak olduğunu ortaya koymaktadır." [4]
Bu anlamda İnce Memed I, köylünün ağadan başka bir sistemi bilmediği, düşünemediği, ağasızlığı garipsediği bir dönemi anlatır: harmanlarını ve hayvanlarını alıp onları aç koysa bile ağanın varlığını mecbur gören köylüleri. Ovanın güzelim doğası, dayanılmaz yazı, sıtması, hayvanları, suları, dikenlikleri ve bataklıklarını, köylerini ve köylerdeki çınarlar gibi kadınları, adamları...

İnce Memed'in 4 cildini tam da sevdiğimiz ince kağıt, küçük yazı tipi baskısıyla toplayan Delta Yayınları, 4 kitabı tek cilt yerine 2 ciltte bassa, kitabı taşıyabilme, farklı yerlere götürüp okuyabilme anlamında daha güzel olurdu (tıpkı Marcel Proust'un Kayıp Zamanın İzinde ciltlerinde yaptığı gibi).

Bu toprağı, bu düzeni, bu toprağın insanını, emekçinin, köylünün dönüşümünü, "Ankara'yı ve Anadolu'yu" biraz daha iyi anlamak için mutlaka okunması gereken bir roman.

devamı: İnce Memed II >>

İnce Memed I-II-III-IV
Yaşar Kemal
YKY Delta Yayınları no 18
5. baskı, İstanbul
2142 sayfa

KAYNAKLAR
(1) İbrahim İnci, "Atatürk dönemi Türkiye'sinde toprak mülkiyet dağılımı ile ilgili bazı düzenlemeler",  Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED] 44 Erzurum 2010, 345-359. 
(2) Yahya Sezai Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi: 1923-1950, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1994, s. 371.
(3) Türkiye’de Toplumsal ve Ekonomik Gelişmenin 50 Yılı, Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü Yayınları, Ankara 1973, s. 29.
(4) Gülten Kazgan, Tarım ve Gelişme, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Yay., İstanbul, 1977,
s. 584.


Yorumlar

Yorum Gönder

Fikirlerinizi paylaşmaktan çekinmeyin!

Bu blogdaki popüler yayınlar

Manifesto

Uzun süredir kendimde gözlediğim bir şeyi buraya yazmam gerekiyor; çünkü burayı kitap, seyahat ve itiraz yazıları alanım olarak 2009'dan beri işgal ediyorum. Ben artık, kurgusal edebiyat okuyamıyorum. Dünyada milyarlarca kitap var, her hafta binlercesi basılıyor, her gün yüzlerce sayfası yazılıyor. Dünyadan el etek çekip hepsini okumaya kalksak bile buna ömrümüzün vefâ etmeyeceği aşikâr, şurada yazdığım üzere, belleğimizin de ; dahası, çok çok çok okumayı, misket sayar gibi kitap saymayı da gerekli görmüyorum: çünkü kurgunun sonu yok, ve daha büyük arayışlarınız varsa, tıkanacağı ve tükeneceği açık. Yaklaşık 200 yıldır, büyük yazarların klasiklerini okuyarak insanı, iç dünyasını, hezeyanlarını ve tekâmülünü öğrenmeye, takip etmeye çalıştı insanlık. Ancak bu kitap varlıklarının yaşamlarını kurgulayarak yazarlar, bir neviî insanın, yani kendilerinin aczlerini kırmaya çalışıyorlardı (Ahmet Altan'ın çarpıcı bir tespitini anımsarsak, " Kitap yazmak, insanın Tanrılığa en yaklaşt

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayınlandıktan sonra 2011 yılında hayata veda etmiş bir şair. Daha söyleyecek, yazacak çok şiirleri kaldı onda. Son kitabı Pu

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze