Ana içeriğe atla

Yaşar Kemal Maratonu: İnce Memed II ve Toprak Mülkiyeti Üzerine

Cumhuriyet Türkiye’si, Osmanlı döneminden adil olmayan bir toprak mülkiyet yapısı devralmıştı. Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren toprak üzerinde özel mülkiyeti pekiştirici yasal düzenlemeler yapılmıştır. Atatürk birçok konuşmasında, her çiftçinin emeğini değerlendirebileceği ve geçimini sağlayabileceği kadar toprağa sahip kılınmasını istemekteydi. Onun tavsiye ve direktifleriyle topraksız köylüye arazi dağıtılması için bir takım çalışmalar yapılmıştır. 1938 yılına kadar hükümetler köylüye önemli miktarlarda toprak dağıtmıştır. Bu dağıtılan araziler devlete ait arazilerden ibaret kalmış, büyük toprak sahiplerinin elindeki arazilere dokunulmamıştır[1]

Tek bir ismin çağrıştırdığı başka bir düzenin mümkün olabileceği fikri, o ismin sahibi bir bostanda aylarca jandarmadan saklansa bile zihinlerde büyümeye, umut yeşertmeye devam edecektir. Bu insanların aslında zaten bir kurtarıcısı vardır ve Ankara'da yaşamaktadır. Ancak her gece basılıp kurşunlanan köyler, sıra dayağı çekilen insanlar, harmanları yakılan, atları çalınıp ırmaklara atılan, son raddede gözdağı için kızları kaçırılıp dağa kaldırılan, ırmakları bentlerle kesilip susuz bırakılan, topraklarını terk edip gitmeleri istenen, türlü türlü yollarla civarda ne kadar toprak varsa tapularını toplayan Ankara yanaşması, harp gazisi bir yöneticiye karşı hiçbir yerden bir yardım, adalet gelmeyen "milletin efendileri" için kurtarıcı, İnce Memed'dir...

Hükümetin kılını kıpırdatmaz kaymakamları, Ankara'yı rahatsız etmeyelimci valileri, ağa uşağı savcıları, çeteleri, kiralık eşkıyaları sahnede görmeye başlarız. Artık mücadele edilmesi gereken sadece beş köyün bir ağası değildir. Cesaret arttıkça, zihinler uyandıkça, düşmanlar da, eziyetleri de büyür. Bu cilt, köylünün hem kendi efsanesini koruma, hem artan zulme metanetle direnebilme, hatta tek tük de olsa, yaşam hakkı için, harekete geçmeye başlama cesaretini kazanışını anlatır.

Anadolu insanında yeniden bir kurtarıcı beklentisi, tek bir insanın omuzlarına ağır bir yük olarak binecek, bir yılan başını kesse bin yılan başı çıkaran bu sistemde ne yapacağını bilemeyen İnce Memed'i yeniden dağlara sürükleyecektir.

Yaşar Kemal Maratonu'nda kitap yazılarım giderek kısalıyor ve birer itiraz yazısına dönüşmeye başlıyor. İnce Memed, bu zulmün bir çaresi yok muydu, sorusuna tarihi makalelerde çözüm aradığım bir okuma deneyimine dönüşüyor. Toprak ağalığının Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki varlığını araştırıyorum. İstiklâl Harbi'ne, daha da öncesine ulaşıyorum.

  • 1924 Anayasası özel mülkleri güçlendirici bir nitelik taşımaktaydı.  Bu anayasa özel mülkleri kamulaştırmayı zorlaştırıcı hükümlere sahipti [1].
  • 1925’te kabul edilen Kadastro Kanunu da arazi tasarrufunda özel mülkiyet rejimini pekiştirici bir karakter taşıyordu [2].
  • 1926 yılında Medeni Kanun’un kabul edilmesiyle özel mülkiyete dayalı yeni hukuk düzeni oluşturulurken, geniş tarım alanları üstünde fiili denetim kurmuş olan güçlü ailelerin, bu arazileri tam malik sıfatıyla tapuya kaydettirmeleri kolaylaşmış oldu [3].
  • 1929’da bir başka kanun ile, Osmanlı hükümetinin geçmiş yüzyıllar içinde çeşitli ailelere vermiş olduğu ve geniş alanlara tasarruf hakkı sağlayan belgeler, bu alanların 1926 Medeni Kanunu çerçevesinde özel mülk olarak tapuya kaydettirilmesi için yeterli sayıldı [4].
  • Aynı kanun, Birinci Dünya Savaşı sırasında sürülen Ermenilerden ve Lozan Anlaşması’na göre nüfus mübadelesinde Yunanistan’a gönderilen Rumlardan kalan milyonlarca dekarlık arazinin çok büyük bir kısmını kırsal kesimdeki nüfuzlu ailelerin ellerine geçirdi [5-6].
  • 1933 yılında yazar İsmail Hüsrev, "Türk köylüsünü topraklandırmalı. Fakat nasıl?" yazısını yayımladı ve sorunları sebepleriyle açıkça tanımlayarak çözüm önerileri getirdi [7].
  • Cumhuriyet döneminde toprak dağıtımı ile ilgili ilk yasal düzenleme olarak, 1941 yılında çıkarılan bütçe kanununun 25. maddesinin hükümleri gösterilebilir [8]. 
  • 1923-1934 yılları arasında 22 000 kadar yerli köylü ailesine 73 000 hektar devlet arazisi dağıtılabildi [9]. 
  • Osmanlı döneminde geniş araziler hediye edilmiş kimseler olmak üzere, bir çok ayan, eşraf, mütegallibe ailesi, 1926 Medeni Kanun’a dayanarak açtıkları davalarla, kendilerine hükümet tarafından arazi verilen mübadil, muhacir ve topraksız köylüyü verilen arazilerden çıkartarak, bu arazilere tekrar sahip oldular [10].
  • 1937 yılı içinde 1924 Anayasası’nda yapılan değişikliklerle çiftçiyi toprak sahibi yapmak için kamulaştırma mümkün hale geldi [11-12]. 
  • 2. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla bir süre daha ertelenen Toprak Reformu Kanunu ancak 1945 yılında çıkarılabildi. 
Bu maddeleri, aşağıdaki 4 maddeyi okuyup tekrar anlamlandırabiliriz.
  • Toprak sahibi Anadolu eşrafı, İstiklâl Savaşı hazırlıklarında savaşlardan yorulmuş halkı savaşa ikna etmek için Kemalist Hareket ile köylülük arasında aracı olarak yer aldı [1, 13, 14]. 
  • Bu anlaşma, Cumhuriyet kurulduğunda, toprak ağalarının güçlü bir unsur olarak içinde yer aldıkları bir partinin, Halk Partisi’nin kurulmasıyla tamamlandı [15]. 
  • Birinci Büyük Millet Meclisi’nin (1920-1923) 436 milletvekilinin 60’ı büyük toprak sahibiydi [14]. 
  • İkinci yasama döneminde (1923-1927) mecliste toprak sahiplerinin varlığı daha da güçlenmiş, 333 sandalyenin 50’sini büyük toprak sahipleri elde etmişti [14].

<< ilk yazı: İnce Memed I
İnce Memed I-II-III-IV
Yaşar Kemal
YKY Delta Yayınları no 18
5. baskı, İstanbul
2142 sayfa



KAYNAKLAR
(1) İbrahim İnci, "Atatürk dönemi Türkiye'sinde toprak mülkiyet dağılımı ile ilgili bazı düzenlemeler",  Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED] 44 Erzurum, 2010, 345-359.
(2) Kanun no: 658, Nisan 1925, Düstur III. Tertip, C. 6.
(3) Cemil Çalgüner, Arazi Mülkiyet Rejimi ve Türkiye’deki Durum, Ankara Üniversitesi Ziraat
Fakültesi Yay., Ankara, 1970, s. 41-42.
(4) Kanun no: 1515, Haziran 1929, Düstur III. Tertip, C. 10
(5) Yahya Sezai Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi: 1923-1950, Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, İstanbul, 1994, s. 372.
(6) Çağlar Keyder, Dünya Ekonomisi İçinde Türkiye (1923-1929), Tarih Vakfı Yurt Yayınları İstanbul, 1993, s. 37.
(7)  İsmail Hüsrev (Tökin), “Türk Köylüsünü Topraklandırmalı. Fakat Nasıl?” Kadro, Sayı 23,
İkinci Teşrin 1933, s. 36-37.
(8) Ömer Lütfi Barkan, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ve Türkiye’de Zirai Bir Reformun Ana
Meseleleri, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, C: 6, Sayı: 1-2, Ekim 1944-Ocak
1945, s. 60.
(9) Tezel, a.g.e., s. 376.
(10) Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, Devre: 5, C. 6, 1934, s. 58.
(11) İsmail Arar, Hükümet Programları 1920-1965, Burçak Yayınevi, İstanbul, 1966, s. 76.
(12) Kanun no: 3115, Şubat 1937, Düstur, C:18.
(13)  Tezel, a.g.e., s. 371.
(14) Nevzat Evrim Önal, Toprak Reformu Mümkün Müydü?, Türkel Minibaş’a Armağan - Kriz, Kalkınma ve Türkiye Ekonomisi Seçme Yazılar, s. 191-213.
(15) Feroz Ahmad, (2005). Modern Türkiye'nin Oluşumu, çev. Yavuz Alogan, 3. Basım, İstanbul: Kaynak yayınları. ISBN 9753432801.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Manifesto

Uzun süredir kendimde gözlediğim bir şeyi buraya yazmam gerekiyor; çünkü burayı kitap, seyahat ve itiraz yazıları alanım olarak 2009'dan beri işgal ediyorum. Ben artık, kurgusal edebiyat okuyamıyorum. Dünyada milyarlarca kitap var, her hafta binlercesi basılıyor, her gün yüzlerce sayfası yazılıyor. Dünyadan el etek çekip hepsini okumaya kalksak bile buna ömrümüzün vefâ etmeyeceği aşikâr, şurada yazdığım üzere, belleğimizin de ; dahası, çok çok çok okumayı, misket sayar gibi kitap saymayı da gerekli görmüyorum: çünkü kurgunun sonu yok, ve daha büyük arayışlarınız varsa, tıkanacağı ve tükeneceği açık. Yaklaşık 200 yıldır, büyük yazarların klasiklerini okuyarak insanı, iç dünyasını, hezeyanlarını ve tekâmülünü öğrenmeye, takip etmeye çalıştı insanlık. Ancak bu kitap varlıklarının yaşamlarını kurgulayarak yazarlar, bir neviî insanın, yani kendilerinin aczlerini kırmaya çalışıyorlardı (Ahmet Altan'ın çarpıcı bir tespitini anımsarsak, " Kitap yazmak, insanın Tanrılığa en yaklaşt

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayınlandıktan sonra 2011 yılında hayata veda etmiş bir şair. Daha söyleyecek, yazacak çok şiirleri kaldı onda. Son kitabı Pu

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze