Ana içeriğe atla

Azize Martha Kilisesi'ne Bir Gezinti - A Trip to St Martha's

Muhteşem bir Mayıs günü Guildford'da Pilgrims Way üzerinden Aziza Martha Kilisesi'ne doğru yürüyüşe çıktık. Beş dakikada böyle yemyeşil alanlara çıktığımıza inanamadım. Böyle alanlarla burun buruna yaşıyoruz. Harika.

We decided to walk to St Martha's church by taking Pilgrims Way on a lovely, sunny Sunday in May. It was unbelievable to reach untouched green areas just in 5 minutes from the town centre. We are living very close to such vast green regions and it is fantastic.

Ormanın bir bölümünden çıkınca karşımızda kırlarda otlayan İngiliz atları çıktı. Biri hemen yanımıza geldi. Çok meraklıydı. Sonra siyah olan uzaklaştı, bu kez doru bir at geldi ama daha ürkekti. En son bir beyaz geldi epey gitmek bilmedi yanımızdan.

After walking for a while in the forest,we saw a couple of English horses, enjoying the sun and the grass. One of them approached immediately. He was gorgeous. Black and shining like a pearl. Later, another one came towards us, but this one was a little bit shy. Lastly, a white horse looked up and approached. He was very curious, sniffing everything.






Daha sonra tırmanışa geçtik. Epey bir tırmandık. Nefesimiz tükenirken kiliseye ulaştık. Ayrıca araba yolu da var. Yürüyüş yapanlar ve atla gezenlerle de karşılaşıyorsunuz. İngilizler böyle durumlarda selamlaşmayı çok seviyorlar.

Then we started climbing the steep road. We reached St Martha's Church the moment we were out of breath. As we climbed the view was becoming amazing, but still mostly covered with branches and bushes. There was also a separate road for the cars, and people are used to ride horse on this path. British people love to greet each other as they meet during walking.

Kilisenin bahçesinin muhteşem bir manzarası vardı. Ayrıca bir aile de piknik yapıyordu, sandviçler, içecekler, mini mini sarışın çocuklar... Yaşlı büyüklerini hava almaya güneşlenmeye getirmiş yetişkinler.. Kapıda meyve suyu dağıtıyorlardı.

The view from the church garden was stunning. It was not possible fully capture the view with ordinary cameras. There was a family, doing picnic on the grass, with the sandwiches, drinks, little cute children playing around. There were some people who had brought their elders to have some fresh air and sun. They were selling some fruit juice at the door and we got some.

Sonra inişe geçtik. İniş aslında tırmanıştan daha zor. Güneş çok tatlı bir konuma gelmişti. Bu kez atları sevdiğimiz yoldan ayrı bir patikaya saptık. Kırların içine daldık.

Later we headed downwards the hill. It was more difficult than climbing actually, to control the legs and muscles. Now the sun reached a better position in the sky, so the photos were better. We saw the horses again, and entered a narrow, new path inside the fields.






Önümüzde ardımızda çocuklarıyla yürüyenler de vardı. Onlar için bunlar sıradan haftasonu yürüyüşleriydi.

We were not alone on the path. There were people with their children, walking too. This was nothing new to them, a usual walk on Sunday in the nature. How lovely!


Yine tırmanış. Ama bu sefer alçak bir tepeydi. Tepeye vardığımızda oldukça güneş ve rüzgâr vardı, oturup sandviçlerimizi meyvelerimizi yedik. Ayaklarımızı uzattık! Biz otururken yanımızdan köpeklerini gezdiren, ya da yürüyüşe çıkmış ileri yaşta insanlar geçiyordu. Aklıma, köpeği sadece apartman bahçesinde dört döndüren komşular geldi. Bu hayvanlar burada ne kadar mutluydular. Tüm kırlar, doğa, uçsuz bucaksız, onlarındı.

Climbing again. This time a lower hill, not very steep. When we reached the top, we felt the wind and sun, sat down and had our food. We rested a while. People had gone out for a walk, mostly elder ones, or some people with their dogs. I remembered some neighbors in my city who were taking their dogs out to the garden of the apartment, but nowhere else! How happy these dogs were! And how lucky! They had all the green, the grass, the nature under their paws.



Daha sonra tepeden ilerledik ve kent merkezine indik. Yaklaşık üç saat sürmüştü ve havanın hakkını vermiştik. Teşekkürler sevgili Pınar!

Then we walked down the road to the town centre. It was a 3-hours-walk and we did our best in this lovely weather. Thank you for this day dear Pinar!


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Manifesto

Uzun süredir kendimde gözlediğim bir şeyi buraya yazmam gerekiyor; çünkü burayı kitap, seyahat ve itiraz yazıları alanım olarak 2009'dan beri işgal ediyorum. Ben artık, kurgusal edebiyat okuyamıyorum. Dünyada milyarlarca kitap var, her hafta binlercesi basılıyor, her gün yüzlerce sayfası yazılıyor. Dünyadan el etek çekip hepsini okumaya kalksak bile buna ömrümüzün vefâ etmeyeceği aşikâr, şurada yazdığım üzere, belleğimizin de ; dahası, çok çok çok okumayı, misket sayar gibi kitap saymayı da gerekli görmüyorum: çünkü kurgunun sonu yok, ve daha büyük arayışlarınız varsa, tıkanacağı ve tükeneceği açık. Yaklaşık 200 yıldır, büyük yazarların klasiklerini okuyarak insanı, iç dünyasını, hezeyanlarını ve tekâmülünü öğrenmeye, takip etmeye çalıştı insanlık. Ancak bu kitap varlıklarının yaşamlarını kurgulayarak yazarlar, bir neviî insanın, yani kendilerinin aczlerini kırmaya çalışıyorlardı (Ahmet Altan'ın çarpıcı bir tespitini anımsarsak, " Kitap yazmak, insanın Tanrılığa en yaklaşt

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayınlandıktan sonra 2011 yılında hayata veda etmiş bir şair. Daha söyleyecek, yazacak çok şiirleri kaldı onda. Son kitabı Pu

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze