Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Gülün Adı - 2. Gün

"30'lu yaşlarda yeniden Gülün Adı" isimli kış kitapları hareketime 1. Gün yazısı nın ardından 2. Gün yazısıyla devam ediyorum. Bu 2 Gün'e dair okumalarımdan, yazarın romanın merkezine kitaplığı koyma fikrimden ayrılarak, kitaplığın içine romanı koyduğu sonucuna vardım. Öncelikle kitaplığın düzenlenişiyle romanın yapısı birbiriyle bağlı. Roman 7 Gün'ü anlatıyor ve kitaplık da birbirinden ayrılmış 7 duvarla betimleniyor. Kitaplığın başlangıç noktasıyla, kahramanların sıklıkla ilk şüphelerine dönüşü de paralel. Andrea Miniatures Yasak katın labirentindeki kimi odalar tek yöne açılan, penceresiz ve levhasız, bir yere ulaştırmayan odalar. Bana bunlar bu ölümlerle ilişkisi olmayan rahipleri çağrıştırdı; kimilerinin bu cinayetlerle hiç ilgisi yok ve tekrar anılmıyorlar, manastırda yaşayan ve tamamının tanıtılmadığı kişiler bunlar. Bu penceresiz ve anonim odalarda kahramanlarımız bir süre vakit kaybediyor. Penceresi ve birden çok kapısı olan odalar ise adl

Gülün Adı - 1. Gün

İlk okuyuşumun üzerinden geçmiş 15 yılın şekil verdiği bir zihinle, Gülün Adı yeniden elimde. Bu kitap, bilinen tüm polisiye romanlarından daha farklı, bilinen İnanış üzerine romanlardan da farklı; bu yüzden öyle büyük bir ilgi uyandırdı. Zamanının ses getiren ve moda olan eğilimleri yle yazılmış değildi, İnanç, Dinler ve Orta Çağ üzerine zengin bir bilgisi olan bir adamın ürünü olarak ortaya çıkmıştı ve bu övgüyü hak ediyordu. Yazarı, üniversitede göstergebilim dersleri veren bir kişiydi ve göstergebilim, anlambilim hem sanat hem inanç hem de polisiye bileşkesi için muhteşem bir anahtardır. Sinemaya uyarlanan tüm iyi edebi eserler gibi, sözcüklerin gücü her zaman görüntüden daha fazladır. Yazılmış olan herşeyin, yazılacak olan'a bir katkısı veya etkisi vardır. Bu etki, yazılmış olanı çürütüyor, geçersiz sayıyor bile olsa. Tıpkı Koku, Jane Eyre, Emma, Gurur ve Önyargı gibi romanların veya Yüzüklerin Efendisi üçlemesinin filmlerinde olduğu gibi Gülün Adı 'nda da k

Gıda Piyasası Şifreleri

Sevgili püstüklümama harika bir görsel paylaştı Twitterda. Burada yayınlamadan edemedim. Çevirisini aşağıya yazıyorum. Gıdaların etiketlerinde yazan metinlerin asıl anlamlarını yazmışlar. Bence çevirisi herşeyi anlatıyor. 1) Şeker Katkısız Aslında, şeker tadı veren birçok çeşit kanserojen kimyasalları dahil ettik. 2) Yapay Tatlandırıcı Size sağlıklı bir şey yediğinizi düşündürerek beyninizi kandıran korkunç bir kimyasallar karışımı. 3) Doğal Tatlandırıcı Madde 2'de listelenen kimyasal iğrençliğe eklenmiş olan bir minik damla limon veya benzeri şey. 4) Az Yağlı Yağ yerine, yağın hiçbir zaman olamayacağı denli kötü bir kimyasal kokteyl ekledik. 5) Çok Gerekli Vitamin ve Mineral Kaynağı Size ve çocuklarınıza yedirdiğimiz çöplük kısmı gizlemek için var olmayan bir vitamin ve mineral salatası ekledik. İşbu Web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na tabidir ve içeriğine ilişkin her türlü yazı içeren bilgi-belge ve her türlü fikri ve sınai haklar i

Yerli Tohum, Yurdun Tohumu, Herkes Onu Korumalı

Tohum deyince akla hep eller arasından akıp giden bereket gelir değil mi? İşte o tohumlar gerçek anlamda kaybolup gidiyor son yıllarda. Geçen yaz bir gazetenin TARIM ekini okuduğumda işin ciddiyetinin farkına vardım. Tohum bankası, tohum koruma, yerli tohum ekme gibi kavramların hayati önemi var. Pazar-manav tezgâhlarımızı kaplamaya başlayan yabancı tohumlardan yetişmiş şişirilmiş gıdalardan rahatsız olan çok tanıdığım var. Etiketlerdeki "İthal" yazısı sinirime dokunuyor. Niye? Bizim kendi muzumuz, üzümümüz, elmamız, portakalımız yok mu arkadaş? Kendin ekip biçerken, toprağın tohumun varken, niye başka ülkeden satın alıp vatandaşına yediriyorsun? Kendi çağlamız üzerine yazdığım övgü, o çağlanın enfes tadı, hâlâ ailemizin dilinde. "Enfes, çünkü insanın değil Allah'ın yetiştirdiği çağla." Kentten ayrılıp küçük yerlere gittiğimizde yediğimiz harika meyvelerin, sebzelerin (bal gibi kavunlar, nar gibi domatesler) nasıl olup da tohumlarını almadık, sakla

Basından VII

KASIM 2012 BABAESKİ GÜNDEM GAZETESİ, KIRKLARELİ

İnce Memed I

Bir adı Sevda , bir adı da Zulüm 'dür bu toprakların. Okudukça, "hiç mi katıksız, bozulmayan pür bir mutluluk olmayacak," diye hayıflanırsınız. Çünkü öyledir. Bir yanında sular görkemle akarken bir yanında çakırdikenler biter. Bir yanda çiğdemler önünüzü sarıya keserken, öte yanda yağmurdan yolları çamur götürür. Sayfalarla içinizi saran efkârlar, sevinçler, umutlar, düş kırıklıkları kitaptaki insanlarla aynı olur. Onlardan biri olursunuz. Uçar gider olaylar. Hızlı çekim bir film misali. Baş döndürerek. Hiç beklemeden, dursuz duraksız. Uzakta, pek uzaklarda olan Ankara yerine, adaleti, ekimi biçimi gelenekleri suçu cezayı belirleyen ağalara baş kaldıran eşkıyalar. Zenginleri soyup fakire arka çıkan eşkıyalar, zenginlerin soyup eşkıyalara arka çıkan fakirler. Su gibi akıp giden ilk kitap üzerine, aşağıda birkaç küçük not paylaşacağım. Romanda ismi geçen Anavarza Kalesi Anavarza'dan Çukurova'ya Bakış Romanda simi geçen Vayvaylı Köyü

İnce Memed'e Başlarken

Hep duyardım, bir şiir gibi olduğundan bahsederlerdi Yaşar Kemal'in yazdıklarının. Anlamak için, okumak gerekliymiş. Anadolu'nun fotoğrafçısı misali, toprağını, bitkilerini, hayvanlarını da anlatır size Yaşar Kemal. O toprakların huylarını, her çeşidinde bitmeyi öğrenmiş otlarını, dağında başka ovasında başka akan sularını yıllarca gözlemiş bir bitkibilimci, bir toprakbilimci,bir hayvanbilimci üçü bir araya gelse yine böyle anlatamazlar size bunları. Anadolu insanı gururlu, sevdalı, az konuşur; ezilmiş, boynu bükük ve unutulmuş; çocukken büyümüş, büyümüş de çocuk kalmış Anadolu insanı. Bu kitapta öyle uzun uzadıya tahliller, içsel yolculuklar bulmayacaksınız. Her şey sade, az, öz: yemek bir soğan ve çökelekle, aşk bir çift çorapla anlatılır bu topraklarda. Dili samimi, süssüz, her bir kelime o güneş altında değerli. Okudukça, olacakları, bu toprakta doğmuş biri olarak mı nedendir bilinmez, sezersiniz; içiniz kaygıyla dolar, coşkuları anlar, isyanları öngörürsünüz.

Delikanlı

Büyük eserlerinin arasında hiç anılmayan, gizli kalmış bir yapıttır Dostoyevski'nin Delikanlı 'sı. İlk sayfalarda bir Suç ve Ceza 'nın ön çalışması, bir taslağı izlenimi verebilir size. Ancak daha sonra roman, bu izlenimden kurtularak kendi başına büyümeye, bir özgün sanat eseri olmaya doğru ilerler. Bir kitapla ilgili fikirleriniz, ondan önce okuduğunuz pekçok kitapla birliktedir, bu nedenle bir kitap üzerine hiç kimse tek bir görüşte birleşemez. Açıkçası bu kitaptan önce Suç ve Ceza 'yı okumuş olmak, onun etkilerinden kurtulmam için düşünmeye yöneltti beni ve daha güzel bir tat almamı sağladı. Delikanlı, Arkadiy Makaroviç (Andreyeviç) Dolgorukiy'nin ta kendisi; Dostoyevski'nin kendi yüreğinden en çok iz taşıyan karakteridir bana göre. Baba figürünün özlemi ve nefreti arasında geçmiş kayıp bir çocukluk ve babayla (Andrey Petroviç Versilov) buluşma, onu çözmek için geçilen çetrefilli yollarda annesi, kızkardeşi, yasal kardeşler ve babasının ilişkide olduğu i

Ölmeden Okunacak 10 Roman

İlk kez bir 'ölmeden okunası eserler' listesi yayınlıyorum. Bu liste bir başkasının kendine dayanarak yazdığı bir liste. Sanırım klasikler her zaman büyük yer tutuyor bu tür listelerde. Nasıl eski şarkılar her daim gönlümüzde yer tutuyorsa, bu romanlar da öyleler. Ben bu listede 5 romanı okumuştum. Sizlerden gelecek önerileri okumaktan da keyif duyarım.. İyi okumalar!  Anna Karenina - Leo Tolstoy Karamazov Kardeşler - Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Gazap Üzümleri - John Steinbeck Görünmez Adam - Ralph Ellison İhtiyar Balıkçı - Ernest Hemingway İnce Memed - Yaşar Kemal Yüzyıllık Yalnızlık - Gabriel Garcia Marquez Kara Kitap - Orhan Pamuk Gülün Adı - Umberto Eco İsa'ya Göre İncil - Jose Saramago Benim listemde bulunacak olan kitap adayları şunlar; 10 sayısıyla sınırlamak biraz güç olacaksa da: Kayıp Zamanın İzinde - Swann'ların Tarafı - Marcel Proust Cevdet Bey ve Oğulları - Orhan Pamuk Koku - Patrick Süskind Karamazov Kardeşler - Fyodor Mihayl

Bab-ı Esrar

Bu kitap, kendinden önce aynı konudan nemalanan ve sayıları bu ara çok fazlalaşarak kendi kendilerine engel teşkil eden pekçok kitap içinden alıp okuduğum ilki. Mevlânâ ve felsefesi, Şems-i Tebrizî ile hikâyesiyle iç içe geçmiş, yarı masal, yarı kâbus, yarı gerçek bir roman. Açıkçası 1. tekil kişinin ağzından anlatılan metinlere pek yaklaşmam. Sürekli 'ben, ben' kelimesi bana itici gelir. Kitapta da bir ara anlatı, neredeyse sadece sorularla ilerliyor. Kendi kendine sorduğu sorular uzayıp gidiyor, oysa bunları okuyucuya sordurmasını yeğlerdim yazarın. Kimya Karen, annesiyle kendini bırakıp giden babası, karnında doğurup doğurmayacağına henüz karar veremediği bebeğiyle Konya'ya gidiyor. Bir sigorta ekspertizi olduğu için orada yaşanmış bir yangın olayını araştırması gerekli. İlk günden son güne dek, çeşitli sanrılar ve rüyalar içerisinde Şems ile karşılaşıyor, hatta bazen onun bedenine girerek başından geçenleri görüyor. Ama son güne değin, gönül gözü kapalı olduğunda

NY, Bitmez Tükenmez NY

Liberty Island Ellis Adası Müzesinde bir Türk   New York gezi yazılarım a başlıklar tükendi ama kendisi tükenmedi tükenmeyecek. Ellis Adası'ndan Manhattan   New York maceraları na henüz doyamayanlar var. Ben de kısa kısa notlar yazmaya devam ediyorum. Oraya gidip de Özgürlük Heykeli 'ni görmemek olmaz. Önce mahşerden pek farklı olmayan bir kuyrukta saatlerce bekliyorsunuz.  Not: randevu kuyruğu ayrı ve bomboş. Randevu alın. Sonra sürüler halinde insanlar dev vantilatörlerle soğutulan çadırlara alınıyor. 2 kere x-ray vb. cihazlardan geçiyorsunuz. Ve çok acele etmek zorundasınız. Berbat bir his. Sonra feribot görünüyor. Ellis Island Museum Liberty Adası 'nda feribot boşalıyor ama az ilerideki Ellis Adası ve Müzesi 'ni gezmek daha anlamlı. Eskiden New York'a göçler çok fazlayken ilk gelenler bu adaya alınıyor, çeşitli muayenelerden geçiriliyor, sınıflandırılıyor, geçer not alanlar Manhattan'a giriş yapabiliyormuş. Geçiş yapamayanlar, hasta

New York'ta Bir Gün Daha!

..Sıradan olabilir mi? Asla. Broadway İnsan bünyesi ve kültürünü darmaduman ederek baştan yaratan New York'un ilk günü nden sonra, gün/geceye biraz daha uyum sağlamış olarak ikinci güne başladık. Tipik Amerikan kahvaltısının ardından (çeşit çeşit çörekler - birkaçı sırt çantasına-, gazeteler) asla durulmayan turistleriyle buz gibi soğutulan lobiden çıkıp cehennem sıcağı olmaya hazırlanan bir sabahta, Broadway 'den başlıyoruz. NY taksileri, dev müzikal afişleri, ve gökdelenlere biraz daha az bakmaya alışarak. Mamma Mia! Gideceğimiz müzikali de seçiyoruz. Spider-Man. Bunun da müzikali olur mu demeyin! Öyle bir oluyor ki! Şaşıp kalıyorsunuz. Artık sahnede birlikte dans eden ince belli kızlar sinekkaydı adamlar beklemeyin. Bu müzikalde adamlar tepenizde uçuyor. Greenwich Village NY metrosuna inip Greenwich Village ile yolumuza devam ettik. Kırmızı tuğlalı, sembolik binalarıyla. Son gün rehberli şehir turunda hangi barda hangi müzisyen çalmış, hangi artist hangi