Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Mahpus

Hayatınızı bir esarete çevirmenin pek çok yolu vardır. Önyargılarınız, inadınız, korkularınızla bir dünya yüzeyi kadar genişleyebilecek olan hayatı bir esarete çevirmek mümkündür. Ancak kendi içinizde esir olmak bambaşka bir şeydir. Proust bu romanda bir erkeğin kendine esir ettiğini zannettiği bir kadın yerine kendisinin nasıl esarete mahkum olduğunu anlatır. Sadece annesinin ve evdeki hizmetçilerinin bildiği bir zorunlu misafirliğe başlar bu kadın. Zorunlu, bir okur olarak tepki duyduğunuz bir nişanlılıktır bu. Her gün kendini tekrar eden konuşmaları ve paylaşımları yaparlar; kesinlikle evleneceği kararıyla döndüğü Paris'te erkek bu kararını bir türlü gerçekleştiremez. Swannların Tarafı nda anlatılmış olan, Swann'ın bir Aşkı bölümünü çağrıştırır bu haller. Tüm kitap boyunca, kadın mı erkeği kandırıyor, yoksa tüm bunlar erkeğin zihninin okura birer oyunu mu, anlayamazsınız. Bazen bir ipucu, kadına ait bir yalan yakalarsınız, işte şimdi her şey çözülecektir, ancak tıpkı ge

Aydınlanma Değil, Merhamet!

"Bir ulusun gücü ya da güçsüzlüğü, sanayileşme seviyesinden çok manevi yaşamının seviyesine bağlıdır. İnsan yaşamının nihai hedefi, ne serbest piyasa ekonomisi ne de genel refah seviyesinin artmasıdır. İster en mükemmel yönetim sistemi, ister sanayi kalkınma gerçekleştirilsin, bir ulusun manevi enerjisi tükenmişse o ulus çökmekten kurtulamaz." Merhametiniz yoksa aydınlanmanız hiçbir amaca hizmet edemez. Merhametiniz yoksa gelişiminiz hiçbir fayda getirmez. Kendinizi istediğiniz kadar geliştirmiş olun. Teknolojiniz, refahınız kıtalarca gelişmiş olsun. Merhametsizseniz, silinip gitmeye mahkumsunuz. İlk paragraf, Alev Alatlı 'nın aynı başlıklı kitabından alıntıdır. Kendi ülkesinde her binanın, her denetimin, en uygun usullere göre yapıldığı, kimsenin başkasının fazla para kazanma hırsından ölmediği, hatta doğanın sağa sola silkelenme isteğinden dolayı değil de umulmadık boyutta bir tsunamiden can verdikleri bir topraktan gelmiş bir bilim insanı. Aydınlanmanın son radde

El Değmemiş İnci

Mutlaka okudunuz. Hakkında çok şey yazıldı çizildi, canlı yayınlar bağlantılar röportajlar yapıldı. Her gün belki onlarca yaralı, ölüm, diriliş kan revan gören, bunlar arasında kendi içinde bir adalet duygusu oluşturmaya bile vakti ve izni olmayan bir doktoru, bir hastane başhekimini bile inanamayacağı kadar şaşırtan olay, bir annenin bebeğini nasıl yaşattığına dair savaş bizi niye bu kadar etkiledi, onu yazacağım. Azra, yani isim anlamıyla el değmemiş inci , erken merhaba dediği dünyada kimi insanların bir ömür başına gelmeyen bir şey yaşadı. 2 gün deprem yıkıntılarının altında kaldı. Bu bizim dışarıdan gördüğümüz şey. Azra'nın gördüğü şey ne biliyor musunuz? Henüz gündüz gece gibi şeyleri ayırt edemeyip beslendikçe uyuduğu bir dönemde olduğu için, karanlık bir yerde annesinin göğsünden hiç ayrılmadığı, uyuması için beşiğine bile konmadığından belki önceki birkaç güne göre daha mutlu geçirdiği iki gün yaşadı. Henüz gözleri de görüşünü tam geliştirmediği için, sadece kokusun

Destek Olmak

Sizlere sadece, yardım edebileceğiniz kanalları önermekle yetineceğim. Ben her yardımın bireysel, gizli ve anonim olması gerektiğini düşünenlerdenim. İyilik yapın suya atın, kimse görmesin; sadece siz ve Yaratan bilseniz yeter. Kızılay'a destek olun Kızılay’a 2868’e boş SMS atarak 5 TL yardım yapabilirsiniz. Daha fazla yardım yapmak istiyorsanız daha fazla mesaj atın. Kızılay'dan yardım için uyarı İkinci el, kullanılmış giysi, ve benzeri malzeme göndermeyin . Küçük yardım paketlerinin dağıtımı çok zor, mümkünse yardımı topluca gönderin. Küçük de olsa maddi bağış, en iyisi. AKUT'a destek olun AKUT’a 2930’a boş SMS atarak 5 TL yardım yapabilirsiniz. Daha fazla yardım yapmak istiyorsanız daha fazla mesaj atın. Başbakanlık yardım kampanyası başlattı Açıklamada, yardım kampanyasına katılabilmek için gerekli banka hesap bilgileri şöyle: Hesap adı: Van Depremi İnsani Yardım Hesabı T.C. Ziraat Bankası Aşağı Ayrancı Şubesi Ankara TL hesabı : TR600001000820555555555

Basından VI

EKİM 2011 HABERTÜRK

Basından V

AĞUSTOS 2011 HABERTÜRK Önce.. ve sonra..

Cevdet Bey ve Oğulları

Bir ilk roman . Bir ilk roman için inanılmaz bir dil, işleyiş, kurgu. Daha sonraları çok duyulan, bir anda ülkeyi kasıp kavuran kitabının aksine, ilk okunması gereken kitabıdır. İnsanı boğmayan, kendi düşgücünü sıkboğaz etmeyen, kâh düşünemeyeceği, kâh düşünebileceği ama böyle yazamayacağı bir ağ. Aile bağları değil, aile ağları. Abdulhamit'in son yıllarında ilk Müslüman tüccarlardan. Kendine dair bir cesareti, hayalleri olan bir adam. Bir Paşa kızı olan Nigân Hanım ile evlenişiyle, kızın babasının evine ziyaretlerle başlayan iç dünyasının sırlarından ölümüne dek, etrafına oğullarını da alan, zamanla oğullarını kapsamaktan çıkıp oğullarının kapsamaya başladığı yaşamını anlatır; güzel bahçeli köşkünde geçen mevsimleri, doğan çocuklarıyla birlikte, yavaş yavaş yok olan, silinen bir iç dünya ve gelip çattığını farketmediğimiz ölüm gününe rastlarız bir gün. Oğullar,  ikisi de birbirinden başka, hayalleri, idealleriyle, hayatın onlara hazırladığı sürprizlerle yoğrulurlar. Büyük oğ

Basından IV

TEMMUZ 2011 HABERTÜRK

Basından III

MAYIS 2011 HABERTÜRK

Basından II

NİSAN 2011 HABERTÜRK

Basından I

MART 2011 HABERTÜRK

Sodom ve Gomorra

Sodom ve Gomorra , Adn Cennetiyle karşılaştırılabilecek güzellikte bahçeleri, bolluğu ve bereketi olan, ancak eşcinsellik günahından vazgeçilmemesi nedeniyle Tanrı tarafından ateşle tamamen kavrularak yıkıma uğratıldığı kutsal kitaplarda rivayet edilen iki büyük şehirdir. Kendisiyle ilgili bildikleriniz, kitabın iç kapağında yazanlardan ibaretken bu yazarı okuyorsanız, 4. kitapla ilgili çok mühim bir açıyı kaçırıyorsunuz demektir. Belki de, tamamen bu cehaletle, önyargılardan uzak kalarak okumalıdır bu kitabı. Sodom ve Gomorra, Kayıp Zamanın İzinde yapıtının belki de en içtenlikli kitabıdır, oysa tamamen başka insanların iç dünyaları üzerine kurulmuştur, yazarın 3. kitab ın sonunda tesadüfen keşfettiği bir giz ile açılır ve eşcinsellerin aslında birbirlerini farkedecek denli az, ama çevremizde bir o kadar da çok olduğunu gösterir. Gerçekten, bir algı açılımıyla başlayan bu süreç, çevresindekiler içindeki eşcinseller, seviciler ve bu insanların eşleri, insanlarla ilişkileri, iniş

Yol Öyküsü

Ömrümce aklıma gelmeyecek mesafeler kat ettiğim bir yaz bitiyor. Ama ben diğer kıtaya olan yolculuğa dair değil, kendi ülkem içinde topu topu 476 km'den ibaret bir yolu yazacağım. Yola dair ilk akla gelen şey, radyo. Yola çıkınca aklımıza gelen, bize arkadaşlık eden, kâh dağlar arasında terk eden, yerleşim yerlerinde nükseden radyo kanalları. Kıt. Kıtipiyoz, azıcık frekans, bol bıdı bıdı -hele bir tanesi vardı ki birkaç yüz km boyunca kendisine mahkûm olduk, 30 konuşup 1 çalıyor, çaldıkları da pek matah değil. Saat başı haber, TRT FM'de tüm gün aynı metinler okunurken diğer kanallar biraz daha araştırıp metinleri güncelliyor. Arada bazı yerlerde muhteşem kanallar yakalanabiliyor ki, her güzel şey gibi, sonsuza kadar sürmüyorlar maalesef. Misal, 60'lardan 70'lerden hiç anons yapılmadan kesintisiz bol müzik çalan bir kanal, kimin aklına düştüyse onu gözlerinden öpmeli! Benim bilmediğim, annem duysa hepsini bilir; o güzelim şarkılar; o zamanlar doğru dürüst televizyon y

Bir Tatlı Huzur...

Karşıdaki güzelim tarlaların, kendi başınalığıyla bile yeğlenesi makilik tepelerin cin müteahhitlerce yok pahasına köylülerden alınmasına, üstlerine sezon içinde koca koca apartmanlar dikilmesine, tüm dairelerin İngilizlere Ruslara İspanyollara patır patır satılmasına ses çıkarmayan devletimiz, karşıdaki 30 yıllık sitede yok bu villanın ön bahçesini daralttın buraya taş döşedin, blablabla diyerek ceza almasını bilmekte, sitenin bakkalı gazinosu sittinsene aynı yağla kavrulup dururken bakkalı da gazinoyu da eller rahatsız oluyor diye içerilere sürmekte, elin narin bünyeleri irkiliveriyor tüyleri kalkıveriyor diye Anadolu çocuğumun zıp zıp atladığı çığlık çığlığa su sıçrattığı iskeleyi kaldırtıvermektedir. Ne var ki Ramazan ayına denk gelmiş bu kavruk Ağustos'ta, iftar vakti pideleri kapıp bisikletleriyle vızır vızır geçen çocukların, önlerinden geçtikleri bahçeye Afiyet olsun! diye seslenmelerini, orada yiyenlerin ufacık çocuğa koskoca bir adam gibi buyur beraber olsun demesin

Guermantes Tarafı

Bu kitabı, hakkında yazacağım yazıyla ilgili zihnime en ufak bir şey gelmeden okudum. Belki de böylesi daha iyidir, bir yazar gözlüğüyle değil, bildik bir okur gözlüksüzlüğüyle okursunuz. Alıntılamak bir yana, aynen koymak isteyeceğiniz nice cümle ve hatta paragraf görürsünüz, ama o anda kitabı elinizden bırakıp, bilgisayarın başına geçip yazmanız imkânsızdır; çünkü bu o sayfayı bırakıp gitmek, o dünyadan çıkmak demektir: Guermantes Tarafının dünyasından. İşin aslı, bu kitap başka bir şekilde yazılmıştır, yazarı, kullandığı kelimeler aynı olmasına rağmen. Guermantes ailesinin kiraya verdiği bir evde yaşamaya başlamasıyla yazar, bir soylu olmamasına rağmen önce Guermantes Düşesi, ardından Dükü, onun ardından düşesin kuzini olan Guermantes Prensesi, onun kocası olan Prens derken, gerçek anlamıyla sosyete salonlarına girer. Tüm soylular, ona nadide bir elmas tanesiymiş gibi davranır, oysa ciltler boyunca kendisiyle ilgili tek bir övünç cümlesi okumamışsınızdır, hatta daha ziyade narin

Çiçek Açmış Gençkızların Gölgesinde

Marcel Proust'un büyük yapıtının ilk kitabı nı okumaya koyulduğumda, bu romanın bir devamı olabileceğinden, hatta hepsinin birbirine bağlanmış ufak mendiller gibi sırayla ilerlediğinden habersizdim; dünyada olup olabilecek en anlamsız başlığa sahip ilk kitabın ilk sayfalarını onlarca kere okuduktan sonra, devam etmeye bir süre cesaret edememiş, daha sonra geride ağlamaklı bırakılmış bir küçük kız kardeş gibi, vicdanımı hafif hafif rahatsız etmesine bir son vererek kitabı bitirdiğimde; Swann'lara, Gilberte'e ne olacağını merak etmiştim. Bu ikinci kitapta bambaşka bir çevrede, karlı Paris'te karşılıyor bizi yazar, Combray'de, büyük halanın evinde kalınırken bir akşam gezintisinde bir kez ismi işitilen Gilberte ile artık Champs - Élysées 'de oynanan çocukluk oyunları, köprüde bekleyişler, o ulaşılmaz sevgilinin ailesi, evi, ve nihayet kızıyla bir inatlaşmayla başlayan kopuş bekliyor bizi sayfalarda. Hemen ardından başka bir kente, uçurumlarla dolu her zaman f

Nâzım Hikmet Bütün Şiirleri

Senelerce, utanmadan yazıyorum, dönüp bakmadım şiire. Okumuyordum, varsa yoksa romanlar, lisenin hepsi aynı biçim ciltlenip kalıplanmış en kalın kitaplarını. Sürekli büyük harfle başlayıp noktayla biten yapılar okursanız, şiir size yarım kalmış örtüler gibi gelir, sanki nereyi örtseniz, bir tarafı açıkta kalacaktır. Kimbilir, belki de aslolan güzellik budur: herşeyin örtülmemesi. Ve ne basittir, bir şarkının türkünün bestenin sevdiğiniz yeri gelince hissettiğiniz coşku, güven ve huzur. Sevmediğinizi söylediğiniz şeyler bile bu kisveyle kanınıza girebilir, elinizin dilinizin âşinası olabilirler. Güneşin zaptı yakın!  diye haykıran birinin satırlarını eline aldığınızda mesela.  Rüzgâr kanatlı atlılar gibi  geçerken hayat. Çevrenizdekiler   dakikada 1,000,000 basılan kitapların şarkı nı, a çlığın kıtlıktan öldüğü diyar ları okurken, trrrum! trrrrum! Makinalaşmak istiyorum! diyen bu tuhaf adam şaşırtır sizi.   Yalnız gözleri yaşayan açların gözbebekleri ne bağıra çağ

Kayıp Zamanın İzinde - Swann'ların Tarafı

Okurken veya okumanız bittiğinde, bir yazı yazamayacağınız kitaplardandır Kayıp Zamanın İzinde , sizi sayfalarında birer siyah izden ibaret görünen kelimeleriyle öyle sarmış, öylesine sıkı sarmalamıştır ki, sevilen bir bilekliğin kolunuzda şeklini bırakması, bir inci kolyenin boynunuzu gıdıklamasına alışmanız gibi, onun izlerinden kaçamazsınız; yazacaklarınız yalnızca bu kelimelerin basit birer alıntısı dahi olsa, Proust'un kötü bir kopyası olmaktan korkarsınız. Yüreğiniz bu bilinmezlikle kıvranırken, onun yazdılarının bir kopyakâğıdı olmuşsunuzdur bile. Yazacaklarınız, onun yazdıklarıdır; yazmayacaklarınız da, onun yazmamış olduklarından öteye gidemezler. Edebiyattan alınan zevki tarif etmek neredeyse olanaksızdır, sözkonusu olan bir yabancı yazarın eserleri olunca, bunu tanımlamak daha da olanaksızlaşır; okuduğunuz metnin karmaşıklığı mı, detayları mı, son zamanlarda revaçta olduğu üzere hüznü mü, zihninize neyin doyurucu geldiğini ayırt edemezken, bir yabancı eserin çeviris

"Aydınlanma Değil, Merhamet!"

"Bir ulusun yüceliği ve manevi ilerleyişi, hayvanlarına nasıl davrandığına bakılarak yargılanabilir." (Gandhi) Cansız bir objeden biraz fazla, kendi yavrumuzdan çok daha az önemsediğimiz hayvanlar.  Küçükken bir heves alınıp sonra ya bir şekilde yiyeceğini, gezdirip açık hava aldırmayı ya da temizlemeyi unuttuğumuz. Oysa çocuğunuzu unutur muydunuz?   Unutmak bir yana, kendine saldırılmadığı sürece saldırmayan bu yaratıklara, o saldırmadığı halde saldırarak hayvandan da başka bir yaratığa dönüşen kimi insanoğlu.  Petshoplarda, büyümesin, ufak kalıp satılsın diye aç bırakılıp dermansız dermansız yatan hayvancıkların satıcıları da, Aquapark'larda yunusları ufacık havuzlarda esir tutup, strese giren hayvanlara tonlarca ülser ilacını veren de insanoğlu.  Yetmez, insanlıktan çıkmış bu yaratıkların utanç verici hareketlerini görmek için şu listeye bir bakmak yeterli. Ne olmuş it öldüyse, siz önce insanları kurtarın, diyerek canlıları aklınca önem sırasına koyan, ama her

CİNLER

Kim demiş, ikinci başlangıçlardan hayır gelmez diye. Ağzımda hazır gıda tadı bırakan birkaç romandan sonra bambaşka çeşnilerin farkına varmış gurmelerin aşermesi gibi Dostoyevski'yi yeniden elime aldım. İlk başta, Rusçanın tüm o kendine özgü karmaşasıyla karşılaşıp yolumu kaybedince yarım bırakmıştım bu romanı. İsimleri not kağıdına yazarak yeniden elime aldığımda, köprünün altından akmış onca kitaba karşın, her sayfayı anımsadığımı gördüm. Bunun sebebi, Dostoyevski'nin cümlelerinin bir şiir gibi zihninize kazınmasıdır. Pek çok kitap okuyabilir, birbirine eş bir sürü cümleye denk gelebilir ve artık şaşırmayabilirsiniz, ama Fyodor Mihailoviç'in cümleleri için böyle bir durum sözkonusu değildir, rastlarsanız bu apaçık intihaldir. Çünkü onun cümleleri salt cümle değil, o sayfanın resmettiği bir yaşamdan yükselen sesler gibidir, ağızdan çıkar görünürler; oysa kitabın koca bir resme dönüştüğü anlardan birindesinizdir yalnızca. Bunu her detayı sayfalarca betimleyerek de yapmaz,

KOKU

Görsel varken yazı neye yarar? Gelişen teknoloji ve hızını alamayan hayatın karşısında bu soruyu sorabilecek herkese birisi çoktan bir yanıt vermiştir: Süskind. Bir film izlerken sürekli açıklama yapan bir üst ses dinlemek ne kadar anlamsızsa, bazı kitapların filmi de o kadar yavan olmaya mahkûmdur. Onyıllarca her türlü yönetmenin filmini çekmeye çalıştığı bir romandır bu. En sonunda bir filmi çekilebilmiştir, ancak film kitabın bir görsel özetidir, denemesidir yalnızca. Bunun sebebi asla görsele dökülemeyecek, sinemanın devamlılığıyla ifade edilemeyecek duygulanımlar, arayışlar ve içsel durumların kitapta son derece bol olmasıdır. Bunun da sebebi, yazarın, koku gibi, asla ele avuca sığmaz, dokunulamayan tadı alınamayan görülemeyen ve işitilemeyen bir şeyi, kelimelerle anlatmaya soyunmuş olmasıdır. Kahramanın üzerindeki, okudukça sizin apaçık gördüğünüz, oysa kitapta kelimelere asla dökülmemiş  bir sis misali uğursuzluğu  sinemada hiçbir CGI teknolojisiyle kendinize güldürmed

Ölme Yasağı

Gencecikken ölünmez, ölüverilir . Aniden ölünmez, sanki yavaş yavaş ölmek gerekir. Yalnız ölünmez, kesin intihardır kalp krizidir hap krizidir. Ölmeye dair bu yasaklar... Daha birkaç gün önce dans ederken hiç durmadan konuşurken gördüğünüz kadın ölemez, ölmemiştir dalga geçiyordur. Ölüm haberi tez yayılınca, 2 yaşında çocuğu var, denirken neye isyan edilir? Akşam içmeye gitmiş geceyarısı ölmüşse çok içmiş de ondan diye yaftalar hazır bekler. Yok o bahane içlere sinmezse daha beter suçlamalar pusudadır. Kesin bazı ilaçlar alıyordur da ondandır. Kesin gizli bir şeyi vardır. Herşeyi sebeplendirmek ilişkilendirmek kadar kötü toplumsal bir huy olamaz. Kimi gözyaşı dökerken, kimi ölemez ölemez derken uzaklardan gülüyordur ruhu belki, Dünyanın ne kadar üç günlük, dertlerin ne kadar saçma, kavgaların ne kadar boş olduğuna. Çevremizdeki herkesin başına gelse de anlamamakta ısrar ettiğimiz tek şeyin ölüm olduğuna. İşbu Web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na tabid

Yanardağ Sevgilim

Tamaro'yu anlamak için yetkin bir bilgin olmak gerekmez. Sorgulayabilen, sorabilen birisi olmak yeterlidir. Çünkü bunları yapamadığınızı farkettiğiniz an, onun bu aşk romanını hissedebilirsiniz. Aşkı arayan genç bir kadının sürüklendiği skandal ile birlikte, o ve kocasının hayatlarının mahvoluşunu, böyle sıradan kelimeler ve cümlelerle özetleyebilir ama o yazındaki sıradışılığı dile getiremezsiniz. Aşk denen şeyin tüm bu edebiyat ve sinema eserlerinde böylesine işlenilmesinden sonra, yeni ne okunabilir ki, üstelik bu kadar avam bir başlık, kör göze çift parmak bir kitap kapağı resmiyle? Yanılacaksınızdır. Tüm roman boyunca, kentin yakınlarındaki bir yanardağın devinimleri, hareketleri ve belirtileriyle bu insanların zaafları, zayıf kararlılıklarını birlikte okursunuz. Okumazken bile ilişkilendirirsiniz bunları. Aşık oluş, teslimiyet ve terkedişten ibaret tüm o yapıtların aksine. Tamaro'yla birlikte aşkın o en baştaki ürkütücü güzelliğini, el değmemiş bir inci gibi karşıdan

DİRİLİŞ

Bir soylunun, bir kadına yaptığı haksızlığı, acemice ve idealistlikle de olsa düzeltmeye karar vermesi, lüks ve aza kanaat uçları arasındaki savaşımları, yıllarca sömürdüğü köylülere servetini dağıtmaya kalkışması ve kendi içbenliğinde ta gençken varolmuş tüm o fikirler, inançların ortaya çıkmasını okursunuz Diriliş 'te. Karanlık hapishanelerin, hücrelerin, kayıp suçluların, topraksız ve iyilikten de anlayamayacak kadar sömürülmüş köylülerin, ruhsuz, mutsuz asilzadelerin, yazarın kaşığıyla birbirlerine ağır ağır karışmalarını, iç içe geçmelerini, renk değiştirmelerini görürsünüz. Ortasından geçen koridorda bekçilerin bir aşağı bir yukarı yürüdüğü iki yanı parmaklıklı görüşme odalarından, içinden parfüm, şarap kokuları ve inci pırıltıları yükselen, ruhsal arınma vaazları verilen geniş ve aydınlık salonlara sürüklenirsiniz. Nehliudov, hakkı yenmişlerin hakkını elde edebilmek için tüm o haksızların kapısını aşındırır, günümüz toplum ve adaletinden hiç de uzak olmayan bir görüntü s