Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Tahsin Yücel - Yalan

Yalan, tamamen hacmine kanarak aldığım ve bundan hiç pişman olmadığım müthiş bir roman, Tahsin Yücel'in bana göre başyapıtı. Bundan önce yazarı hiç okumamıştım, oysa kesinlikle atlanmaması gereken bir kitap, özellikle bir anının biçimlendirdiği koskoca bir hayatın son demlerinde yaşanabilecek şeylerin son derece şaşırtıcı olmasıyla insanı büyülüyor. Çocukluk arkadaşı Yunus'un bir aşk yüzünden kendini öldürmesiyle, onu bir kardeş gibi sevmiş, benimsemiş olan sıra arkadaşı Yusuf insanlara kapalı, ansiklopediler içinde yalnız bir hayat geçirir, ancak ne var ki çocukken birlikte kurdukları dil kuramı önce tesadüflerle, sonra medya aracılığıyla ülke çapında yayılır. Yusuf Aksu'nun çevresindeki insanların kişilik ve arayışları o kadar güzel betimleniyor ki, bu insanları kendi komşunuzmuş veya iş arkadaşınızmış gibi benimsiyorsunuz. Bu kişiler aslında ülkemizin o yıllarının her kesimine ait özetler gibiler. Yusuf Aksu'nun evinde dostlarının toplanarak ondan hayat, bilim

Gölgesinde - Irmak Zileli

Eşik 'ten sonra özellikle merak ederek okuma sırasında önlere aldım bu kitabı, çünkü otobiyografik parçalar içeren ödüllü kitabından sonra Irmak Zileli ne yazmak isteyecek, yazdığını nasıl geliştirecek, bizi nasıl şaşırtacak, merak ediyordum. Aslında beklediğim gibi, beni şaşırttı - şaşırmak nasıl beklenebilir ki? - ve gerilimli bir atmosferde, gerçeklik ve kurgu arasında okuyucuyu taşıyıp duran bir romanla karşılaştım. Ortadan kaybolan karısı Leylâ'yla ilgili detayları evde polise anlatırken geçmişi, inançları, kendine güveni parçalanmaya başlayan Fikret ile olaylar daha farklı bir anlam kazanıyor. Öte yandan Leylâ'nın evi terkedişinden itibaren kendi zihninde yaptığı yolculuklar ve karşılaştığı hayat hikâyeleriyle kendini tekrar bulmasını izliyoruz. Bu hikâyeler özellikle sokaktan hikâyeler, günlük yaşamda görmezden gelinen, hepsi de bir şekilde ezilen veya zarar gören insanlar veya hayvanlara ait. Yazarın bizzat böyle bir yürüyüş yaprak bu satırları zihninde oluşturd

Puslu Kıtalar Atlası - İhsan Oktay Anar

Puslu Kıtalar Atlası , methini çok duyarak aldığım bir kitap. Daha ilk sayfalardan farklı yaklaşımıyla okuyucuyu zıtlıklar ve ikilemeler bombardımanına tutuyor yazar. Genel olarak psikolojik çözümlemeler, iç ses paragrafları okuyucuya roman akışında mola verdiren, kendi iç dünyası ve duygulanımlarını tartması için soluk aldıran duraklardır. Anar bu duraklara hiç mi hiç uğramıyor, ve zamanı da hızlı bir çarka bağlayarak bir nehir gibi akıtıyor herşeyi. İşin ustalığı da burada, ortaya serdiği zıtlıklar o kadar çarpıcı ki ... Her anlatılan kişinin hayat yolu ve başına gelenler akla hayale gelmeyecek noktalara bağlanıyor. Bu anlamda şimdiye dek okuduğum en özgün üsluptaki kitaplardan biri. Ele aldığı dönemler İmparatorluğun fetihler ve toplumsal yozlaşmalarının bir arada olduğu zamanlar. Anar o dönemde kapalı kapılar ardında neler oluyor, çok kapsamlı bir çerçeve çiziyor. Batakhaneler, arka sokaklar, terk edilmiş kiliseler, merdiven altları, hatta toprağın altı... Bir başka şaşırtı

Eşik - Irmak Zileli

Tek bir seferle sınırlı kalmayan, her defasında kalbe uzanan bir roman Eşik . Ve farklı yaşlarda tekrar okunması da tavsiye edilebilir. 18 yaşında, 28 yaşında, 38 yaşında, 48 yaşında... Bir sol örgütün liderinin kızkardeşiyle evlenen örgütün ikinci adamının kızının doğumunu bekledikleri hastaneden, büyüyen kız çocuğunun evine bordo bir bavulun geldiği güne ilerliyor... Bir çocuğun içdünyasını nasıl böyle sular seller gibi, olduğu gibi konuşturduğunu merak etmiştim yazarın - ki çocuk uzun bir süre konuşmuyor aslında. İçinizdeki çocuğu istediğiniz kadar saklayın, bir çocuğun çekingenlik ve bilmezlik ile asla dile getirmediği  soruları, isyanları, merakı, öfkeleri, korkuları böyle anlatmak mümkün değildir. Ancak anlatan, o çocuk ise mümkün olabilir bu. Kitabın en erken safhalarında siyasi gençliğin atmosferine girilmesiyle, ya çok iyi araştırmış ya çok fazla okumuş, diyorsunuz. Belki hepsi, belki hiçbiri. Bir çocuğun kalp süzgecinden geçiyor hepsi. Belki siyasi tarihten bile daha d

Milena'ya Mektuplar - Kafka

Edebiyat dünyasının en tanınan kadınlarından birisi, kendi kaleminden çıkanlarla değil, ona hitap ederek başlayan mektuplarıyla Kafka'nın aşkı Milena Jesenska Pollak kuşkusuz. Daha önce bir kayıp diye nitelendirilebilecek şekilde hiç Kafka okumamış birisi olarak, belki yanlış eserinden başladım: en öznel ve edebi yeteneklerini en baskılayan biçemiyle mektuplarından. Tamamen uzaktaki bir kadına odaklanmış düşüncelerle dolu sayfalar - ancak Milena evlidir ve hem Franz'ı hem kocasını sevdiğini yazmıştır. Franz bir kere görüştüğü Milena'ya diyebiliriz ki mektuplarında aşık olur, hatta aşkını mektuplar içinde büyütür. Kitap Milena'nın yanıtlarını içermiyor, Kafka'nın mektupları  ardarda olduğundan okuyucuya nefes alacak birer boşluk sağlanmış oluyor. Kitabın sonunda yer alan, Milena Pollak'ın Kafka'ya değilse de Max Brod'a yazdığı mektuplar oldukça ilgi çekici. Kafka'yı deliler gibi mektup yazdığı kadının gözünden okuyorsunuz bu kez. Milena Frank

Unutma Beni Apartmanı - Nermin Yıldırım

Unutmak ve hatırlamak ile bir derdi olan, iyi ki de derdi olan Nermin Yıldırım, Unutma Beni Apartmanı kitabıyla bloguma hoşgeldi. Kitap, bu aralar fazlaca içine girmeye başladığım, dönem romanı veya bazı dönemlerin şahidi olan, dönemlere tutulan ışıklara dâhil olan yapıtlardan birisi. Unutma Dersleri veya Saklı Bahçeler Haritası kitaplarında bunu bu denli hissetmiş değildim. Ancak zamanlar giderek benim zamanlarıma mı yaklaşıyor, nedir, kitaplarında giderek sadece içimizden değil, dışımızdan, belleğimizden, yaşam tarihimizden de sarmalıyor bizi Nermin Yıldırım. Bir kız çocuk olmak, anne olmak, veya olmamak, olup da olmamak gibi daha değişik temalara sürükleniyoruz. Yazar bu niyetle piskolojiye de samimi girişler yapıyor, ancak kararında gezintiler bunlar. İçlerinde duydukları eksiklikleri, boşlukları, kendileri yaşayarak da dolduramayan kadınlarla tanışıyoruz, oysa daha önce, içlerindeki fazlalıkları boşaltarak kendilerine nefes alabilecekleri alanlar açmaya çalışan, yaşama

Sahnenin Dışındakiler - Tanpınar Maratonu III

Yine muhteşem bir İstanbul romanıyla karşımızda Tanpınar, eski İstanbul'a dair ne varsa ilk önce Mahur Beste , sonra Sahnenin Dışındakiler, son olarak da Huzur ile anlatıyor, Saatleri Ayarlama Enstitüsü bu serinin içerik olarak dışında da olsa, ruhuyla birlikte içinde. Kadınlar gerek hatıralarıyla, gerek hayatlarıyla, çocuklukları ya da gençlikleriyle, bu üç eserde de kesintiye uğramadan devam ederler, yalnızca onları seven, kavuşan ya da kavuşamayan, unutamayan, bu uğurda ölen ya da kendilerini tüketen erkekler değişir. Anadolu'da başlamış olan Millî Mücadele ve bunun İstanbul halkı, siyasetçileri, gençleri, gazetecileri ve aileleri üzerindeki etkilerini anlatır Sahnenin Dışındakiler. İstanbul gerçekten sahnenin dışındadır, işgal kuvvetleri kenttedir, halkın hayatının içindedir. Kente akan yabancılarla birlikte dönüşen toplum hayatı, kültürü, değerleri bir yana, Anadolu'ya gizlice yardım eden, yerlisinden hayduduna isimsiz kahramanlar da vardır. Kahramanlığın, ha

Satranç - Zweig Maratonu III

Satranç , satranç üzerine yazılabilecek en güzel kitaplardan birisi bana göre. İsminden yola çıkarak satranca özgü stratejik ve bir yolcu gemisinde geçtiğine göre tatil havasında huzurlu şeyler okuyacağınız zannıyla elinize alacağınız bu kitap, sizi son derece şaşırtıcı bir hikâyenin içine sürükleyecek. Kitabın arka kapağındaki yazıların yanıltıcılığı üzerine de iyi bir örnek teşkil ediyor, "New York'tan Buenos Aires'e giden bir yolcu gemisinde bir araya gelen, yeni dünya satranç şampiyonu, eski bir satranç oyuncusu ve bu konuyla sıradan bir insandan daha fazla ilgilenmemiş bir kişinin hikâyesi". Hayır, pek de öyle denemez. Eski bir satranç oyuncusunun geçmişindeki akla hayale gelmeyen bir kesiti önümüze çıkaran, eski ve yeniyi karşı karşıya getiren talihin kısa bir öyküsüdür bu. Satranç , İş Bankası Kültür Yayınları ve Can Yayınları tarafından satışta, önceki kitap yazımda  da olduğu gibi yine iki çevirmen arasında seçim yapmak durumunda kaldım. Yakın zamanda yit

Bir Kadının Hayatından 24 Saat - Zweig Maratonu II

Stefan Zweig bu incecik kitabında belki pekçok kadının hayatında kıyısından döndükleri bir durumu, bir ruh halini anlatıyor: tam da önyargıların, çarçabuk değişen dayanaksız fikirlerin şekillendirdiği bugünün dünyasına denk düşecek şekilde. İlk ikilem: kitap hem Kırmızı Kedi yayınları hem de İş Bankası Kültür Yayınları tarafından satışa sunulmuş. Can Yayınları ve Koridor Yayınevi de başka öyküleriyle birlikte bu eseri sunuyor. Kitapçıda çevirmenlerin kısa bilgilerini inceleyip, her iki kitabın ilk sayfalarındaki metinleri üstünkörü de olsa, karşılaştırdım. Daha önce Dostoyevski'yi de iki farklı çevirmenden okumuştum ( İnsancıklar eserini, burada ), belki benzer bir okumayı bu kitap için de yaparım. 62 yıllık bir yaşam içinden tek bir günün bizlere aktarıldığı bu anlatı gerçekten çok etkileyici. Tüm kadınların, tıpkı Bayan C. gibi, içten gelen doğal bir güç, hayatta kalma, kararlılık, gözüpeklik, herşeyi baştan kurma, hayatı yeniden başlatma gibi yeteneklere sahip olduğu gibi

Macellan - Zweig Maratonu I

Stefan Zweig'ın yazdığı biyografik metinlere hayranımdır,  Marie Antoinette ile başlayan, Joseph Fouche ile süren bu merakım  Balzac ile doruğa ulaşmıştı. Bu sefer, insanlık için çok önemli bir şeyi gerçekleştirecek olan ve bunun için ulusal kimliğini bir kenara bırakmak zorunda kalan Ferdinand Magellan'daydı sıra. Zweig müthiş araştırmacılığıyla bu kitabında da ağzınızı açık bırakıyor, ilk önce insanlığın eski zamanlardan kalma dünya haritaları ve korkularıyla tıkanıp kaldığı bir çağa götürüyor bizi. Dünyanın ucuna asla gidilemeyeceğinin, denizlerin bir yerde son bulduklarının sanıldığı, ne Amerika ne Brezilya kıtasının, uzak doğu adalarının bilinmediği dönemlere. Müslümanların henüz ayak basmamış olduğu bâkir ülkeler, adalar ve medeniyetleri keşif için yola çıkan Avrupalıların, çok dostça ve misafirperverlikle karşılandıkları yerleri topraklarına katmak için nasıl hile ve barbarlıklara başvurduklarını da tarafsızca anlatır Zweig. Bu bilgileri aktarmak için devlet

Mahur Beste - Tanpınar Maratonu II

Mahur Beste sizi içine çekiveren insanları ve hikâyeleriyle, Tanpınar'daki cevherin size en güzel şekilde ilk göz kırptığı romandır. Babasının güçlü kişiliği altında ezilerek büyümeye mahkûm olan ve kendi şahsiyetini en baştan silen Behçet Bey'in hikâyesiyle başlar, hipnotize olarak okuyacağınız babası İsmail Molla Bey ile, gizemlerini satır satır anlamaya çalışacağınız Atiye Hanım ile ilerler... Her bir kişinin öyküsü, bir diğeriyle ilişkilidir, ancak parlaklıkları gittikçe azalan birer yıldız gibidirler. Kitapta sonradan tefrika edilecek olan  Saatleri Ayarlama Enstitüsü 'ne birçok göndermede de bulunulur. Daha o zamandan eşyalara, eşyanın insanlar üzerindeki haklarına, saatlere ve günlük yaşamımıza nasıl karıştıklarına dair izler buluruz. Yine  Huzur romanında daha zamanına uygun çerçeveler içinde olsa da, Şark-Garp, geçmiş-gelecek üzerinde karakterlerin kendileri şahsiyetleriyle de şekillenen çok yerinde tespitler vardır. Özellikle İsmail Molla Bey ile Sabri Hoca&#

Kafamda Bir Tuhaflık - Orhan Pamuk

Cevdet Bey ve Oğulları'ndan sonra Orhan Pamuk'un en beğendiğim romanı. Türkiye'nin sosyokültürel yapısının çok geniş bir panoramasını sunuyor bizlere, ve gençliğin, yetişkinliğin tüm hassasiyetleri, hedefleri, arzuları, hayal kırıklıkları bozacı-yoğurtçu Mevlut ve çevresindekilerin hayatlarını izlerken kâh farkettirmeden kâh belirgin bir şekilde değişen İstanbul içinde yoğrularak anlatılıyor. İstanbul'a gelmiş iki kardeşten birinin oğlunun köyden kız kaçırmasıyla başlar hikâye. Köyden kente gelip arsa çeviren, gece-kondurup içine giren aileler size İstanbul'un bugünkü halinin tarihini anlatır. Üstelik kâh Mevlut, kâh amcaoğulları, hanımları, kâh arkadaşı Ferhat sözü alacaklardır. Sanki hepsiyle olaylar yaşandıkça bir araya gelip konuşur gibisinizdir, onlar anlatırlar, bazen de birbirlerine cevap verir gibi kendilerini savunurlar. 1960'lardan 70'lerdeki çalkantılara, sağ-sol çatışmalarından 1980 darbesine bir toplumun yaşamının değişimini bu sokak sokak

Müzikte Derin Zirve: İlhan Baran

"Örnek besteci, önder öğretmen . " Sevda-Cenap And Müzik Vakfı tarafından 2009 yılında Onur Ödülü Altın Madalyası ile ödüllendirilen İlhan Baran'ın yaşam öyküsünü anlatan kitabın arkasındaki ifadelerden sadece ikisi. Bu yaşamı oldukça zengin bir şekilde, farklı kuşaklardan öğrencilerinin anlatımlarıyla, çok çeşitli belgeler ve seçme eserlerini içeren bir CD ile sunuyor bize Şefik Kahramankaptan. Müziği çok seven, ancak müzik altayapısından gelmeyen benim gibi okurlar için çarpıcı bir deneyim oldu İlhan Baran'ın yaşam öyküsünü okumak. Bir müzikadamının hayatını önyargısız bir müziksever olarak ilgiyle okurken birkaç kere dilediğimi farkettim ki, keşke kendisiyle tanışabilmek kısmet olsaydı. Yaşamını yitirdiği gün, öğrencilerinden piyanist Fazıl Say bir internet gazetesinde bir yazı yayınladı ve yazısı şu ifadelerle başlıyordu: Onun yalnızlığını Marquez bile anlayamayabilirdi "yüzyıllık yalnızlık"ı yazarken... 83 yıllık bu yalnızlığa biz öğrencileri şah

Saf ve Düşünceli Romancı

The Daily Telegraph 'ın "Büyüleyici... Her romancı bu kitabı okumak ve sanatını ustasından öğrenmek isteyecektir." yorumunun aksine, bence tam da roman okurlarının okumak isteyeceği bir kitap. Saf ve Düşünceli Romancı, Orhan Pamuk'un Harvard Üniversitesi'nde Sanders Tiyatrosu'nda verdiği Charles Norton konferanslarını içeriyor. Toplamda altı konferansta yaptığı konuşmalar, Roman okurken kafamızda neler olup biter?, Orhan Bey, siz bunları gerçekten yaşadınız mı?, Edebi karakter, olay örgüsü, zaman; Kelimeler, resimler, şeyler; Müzeler ve romanlar; Merkez başlıklarını taşıyor. Kitap aslında konferans başlıklarından zannedilebileceği gibi roman yazma metodu, nasıl roman yazılır vb. gibi bir içeriğe sahip değil, bu işin sanatını öğretmek amacı da taşımıyor. Orhan Pamuk'un yirmili yaşlarda ressam olmaktan aniden vazgeçip evine kapanarak okuduğu yüzlerce romana dair zihninde oluşturduğu çıkarımlar, tecrübeler, ve yıllar içinde roman yazdıkça benliğinde dah

Nermin Yıldırım'ın Unutma Dersleri

Nermin Yıldırım, geçmişle, hâtıralarla, bellek ile derdi olan bir yazar. İyi ki de öyle, çünkü başka türlü, bizlere bu kadar yürekten dokunamazdı. Üçüncü kitabı olan Saklı Bahçeler Haritası ile tanıdığım, sonra kentime ne zaman gelse peşine takıldığım, mutlaka bir sarılmadan edemediğim Nermin Yıldırım'ın dördüncü kitabı. Nedense kendisini kitaplarını yazış sırasıyla izleyemedim, ve hâlâ da o niyette değilim. Sanırım biraz hissettiğim yönde izliyorum kitaplarını. Bir kere tehlikeli bir kitap, çünkü herkes yaralarıyla yaşar; üstelik, görünürdeki yaralardan daha derinde, unuttuğu, ya da varlığını bildiği halde hayatında sonradan açılan hiçbir yara ile ilişkilendirmediği, bu yüzden gözünde masumlaştırdığı, ya da gerçekten masum sandığı yaralarla. Dokunmadan derinleşen, karşısına çıkmadıkça çatallaşan, yüzleşmedikçe bürüyen yaralar. En güzel yanlarından biri sizi kendi yangınınızın içine çekerken, dumandan boğulmanıza engel minik nefes alanları yaratması, çünkü Feribe, kendisini

Balzac ve Stefan Zweig

Bir Stefan Zweig hayranı olarak, yaşamına son vermesine ilişkin intizarlarım ile yazdığı biyografilerde hissedilen insan hayatına ilişkin müthiş duyarlılığının beni şaşırtması başabaş gidiyor. Marie Antoinette 'in yaşam öyküsünü okuduktan sonra Zweig'ın özellikle biyografi ile roman arasında bambaşka bir tat bırakan kitaplarına iyice merak salmış ve Balzac, Fouche, Erasmus ve Macellan biyografi kitaplarını valize sığdırıp İngiltere'ye getirmiştim. Balzac, Zweig'ın kelaminden okuduğum üçüncü hayat hikâyesidir. Ve hâlâ aynı düşüncedeyim: bu kişiler yaşamlarını Zweig'ın kelimelerinden okusalardı, her satırının altına imza atarlardı. Zweig, belki onların çözemeden hayata veda ettikleri pekçok bilinmezi, biz okurlar için açığa kavuşturmuştur. İnsanların hayatlarında başlarına gelen şeyler, öngörülemez bir hızda ve sırada geldiği için deneyimlerini, ve bu olaylarla gelişen kişiliklerini o anlarda olayların içinde kestiremezler ve bunun için zamanın akıp geçmesine ihti

Uydurulan Din ve Kur'an'daki Din

Kur'an Araştırmaları Grubu tarafından hazırlanmış olan bu kitap, kendine ait bir websayfasında da metinleri büyük oranda okuyucuya sunuyor. Öncelikle yazar isimlerinin açıklıkla listelenmemesi dikkat çekici. Peki bu kitap ne anlatıyor ki böylesi bir gizliliğe ihtiyaç duyulmuş? Dini sadece Kur'an'a (ve Kur'an'a harfiyen uyarak yaşamış olan Efendimize) göre yaşamayı savunuyor çünkü. Bu yaşayış ve iman şeklinin bizzat Kur'an tarafından istenmesi ayetlerle aşikârken, bunun savunulmasının yazar isimlerini gizletecek denli öfke çekebilecek olması, aslında büyük bir ironidir. Kitap başından sonuna dek, İslâm dinini ve tüm içeriğini, sadece Kur'an-ı Kerim'i esas alarak gerçekleştirilmesini içeriyor. Ve bunu sadece Kur'an'dan ayetleri işaret ederek yapıyor. Toplumların Kur'an'a değil de kul işi uydurmalara sarılmasının tarihini, sosyal ve toplumsal sebeplerini, bunların sonuçlarını da kaynaklarıyla sunmakta. Bohçalara sarılı, yükseklere ası

Kreutzer Sonat - Tolstoy

Üç günde biten, ama düşünmesi günler alan ince ve zor bir kitap Kreutzer  ( Kroyçer) Sonat . Tolstoy'un sadece edebi alanda değil manevi olarak da belirli bir yol çiziyor olduğunun cesaretli bir ispatı aynı zamanda. Bir tren yolculuğunda yolcuların evlilik ve ayrılık, aşk üzerine başlayan konuşmalarına karışan bir asilzadenin, karısını bir kıskançlık krizi sonucu öldürdüğünü söylemesiyle başlıyor. Pozdnişev'in elini kana bulamasına götüren, sıradan bir Rus erkeğinin o zamana ait ailevi ve toplumsal koşullar içerisinde kadınlara bakışını şekillendiren koşulları içtenlikle eleştirmesine şahit oluyoruz, ve maalesef, günümüzde de çoğunluğu halen yaşanmaktadır bunların. Kızların yetiştiriliş ve aşkı dünyada herşeyin üstünde görüş biçimleri, herşeyin, ama herşeyin farkında olan ama yine de kızlarını böyle yetiştirmeye devam eden anneleri, delikanlıların masumiyetlerini yitirişine yönelik toplumun görmezden geliş ikiyüzlülüğü ve bekâr bir erkeğin her türlü hovardalıklarına karşın ev

Victor Hugo, Notre-Dame ve Mimari

Çocukluğumuzdan itibaren Victor Hugo'nun Sefiller ve Notre-Dame'ın Kamburu romanlarını çok duymuşuzdur; ya da daha da kötüsü, filmlerini, veya bale uyarlamalarını izleriz. Daha da kötüsü, çünkü her sanat dili, kendine özgü ifadesiyle yazın dilinde kendini ifade etmiş her eseri farklı şekilde var eder. Bir eserin başka bir sanat biçemindeki ifadesiyle karşı karşıya geldiğinizde, o eserle karşılaşmış veya onu okumuş sayılmazsınız. Roman ilk yayınlandığında,üç bölümünü içeren dosya kayıptı; ya yeniden yazılacak ya da onlardan vazgeçilecekti. Yazar, bu üç bölümün ikisinin, romanın ve olayların özünü etkilemeyen sanat ve tarih bölümleri olduğunu ve okuyucuların bunların kaybolmasının farkına bile varmayacaklarını düşündü ve onları gözden çıkarma yolunu seçti. Bugün söz konusu bölümler bulunmuştur. Böylece eser şimdi bütünüyle karşınıza çıkmış oluyor:yazarın hayalini kurduğu gibi... Şubat 1831'de yazarın kitaba yazdığı ilk not ve Ekim 1832'deki son düzenlemeye eklene

Saatleri Ayarlama Enstitüsü

İsmini duymamanın imkânsız olduğu, yine de elinize alıp tamamıyla kendinizi kaptırarak okumak için biraz zaman isteyen bir kitap Saatleri Ayarlama Enstitüsü . Tanpınar'ın, bir aşkı ve şehri anlatan Huzur romanının ardından, bir zihniyete baştan başa bir eleştiri romanı olarak yepyeni ufuklar açtı zihnimde. Bir iç çekiş gibi itiraflarla başlıyor Hayri İrdal'ın günlüğü, ve yazdığı ilk sayfalarda toplumun en sıradan hal ve alışkanlıklarına yönelik ince eleştiriler, kalemi tutanın farkında olmadığı ama sizin gözlerinizin önüne apaçık serilen bir mizah yakalayıveriyor sizi. Romanın ilk özelliği, zamansız bir yapıt olması - ister Abdulhamit Dönemi'nde geçiyor olsun, ister Cumhuriyet'in belirsiz yıllarında; modernleşmenin, toplumun tüm kesimlerince istenen (!) hızda yayılamadığı ve yerleşemediği zamanlar; veya kolaycılığın müthiş bir şekilde insanımızda yer etmeye başladığı 80'ler, 90'lar, 2000'ler. Bu kitapta anlatılan pekçok şey, toplumumuzun sosyokültürel gü