Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Foucault Sarkacı

İlk okuyuşumdan bu yana yıllar geçmiş, hatta kitabı her yıl yaptığım toplu bağışlardan birinde bir okula göndermişim; ancak bana arasıra böyle olur: aklıma takılır, tekrar okumak isterim, anımsadığım metinlerin yer aldığı sayfaları, hatta sayfalara düştüğünü anımsadığım gölgeleri, okuduğum mevsimde aldığım hazzı özlerim. Eco'nun en büyük oyunu bu belki de, sizi bilinmezlikler arasında, merakta bırakıyor, kimi zaman yıllar sonra çıkıp gelebiliyor bu eski merak. Kitapla ilgili anımsadığım şeylerden biri de, pekçok şeyin sizi yanılgıya düşürmesi. Ancak okuduğunuz kitabı, okumadığınızı sanmak, bunun dışında. Bu kitabı okuduktan sonra, unutmanız mümkün değil. Öyle ki, bir yığın şey hatırladığınız metinler hakkında, daha da ileri gidersek, öğrendiğiniz pekçok şey hakkında , kitabı hiç okumamış birisine detaylı bilgi verebilirsiniz. Eco, asla yalnızca hissettirmekle bırakmıyor okuyucuyu, her zaman tarihe dair pekçok şey öğretmeyi de tercih ediyor. Umberto Eco'nun Foucault Sarkacı,

Tanpınar ve Huzur

İki kere okunması gereken, bu şekilde kendini tamamladığını düşündüğüm bir roman Huzur . İnsanın, başına ilk gelişinde tam kavrayamadığı, düşündükçe tam kavrayamayacağı hakikatler gibi; çünkü hiçbir zaman, düşünürken tekrar yaşamayız başımızdan geçeni, zihnimizde bazı yerlerini değiştirir, kimi anlarda daha çok durur, kimi anları ise atlarız. Üstelik yaşarken, sonunu bilmeyiz olacakların; geçmişe gittiğimizde ise biliriz ve bu bilmenin ışığı altında bambaşka görürüz herşeyi. Bu romanda da ilk okuyuşunuzda gözden mutlaka kaçıracağınız, ikinci okuyuşunuzda ise ilk seferki yaşantının sonunu bilerek herşeyi daha anlamlı bulacağınız bir yapı bulacaksınız, çünkü kitap müthiş bir zenginlikler dağı ve çevresini ilk dolaşmanızda her dokunun, ışığın, gölgenin, parıltının ve karanlığın farkına tümüyle varamıyorsunuz. Okudukça, eski İstanbul gravürlerini hatırladım, onlara benzeyen kartpostalları, denizlere çıkan sokaklar, eski yaz mevsimleri, her biri bilinmedik evlere ve hikâyelere açılan yoll

Tomris Uyar, Orhan Pamuk ve Nineler

Tarih boyunca kitaplar yazıldı, hepsi ortak şeyleri, insanî duygulanımları, yaşamları, acıları, sevileri, geçmişi, şimdiyi ve geleceği anlattılar, kâh aynı kelimeler, kâh birebir alıntılarla. Ancak bir okuyucu, bir kitabı okurken, bu yaşlı kadını ben nerede okudum, nereden anımsıyorum, diye düşünerek kitaplığını indirmemeli, böyle bir olasılığı güçlendirecek denli benzeşmelerden yazarlar kaçınmalı. Basit bir okuyucu olarak, her yazara geçmişi, fikirleri ya da savunduklarından bağımsız olarak yaklaşmayı savunarak kitap yazıları yazıyorken, böyle bir benzerlikten bahsetme gereği duyuyorum. Orhan Pamuk  Sessiz Ev  (YKY O. Pamuk özgeçmişine göre ilk yay. 1991) 'in bu sayfamda, Tomris Uyar'ın Bütün Öyküleri  (YKY Delta baskısı, yay. 2014) 'nin İngilizce sayfamda kitap yazılarını yazmıştım. Ancak kafamı kurcalayan bir konu hakkında yazmak bugüne kısmet oldu. Sessiz Ev'i okurken, kitabı neredeyse sırtlayan, kucaklayan Babaanne'yle ilgili çok tanıdık bir his uyandı içimde

Anna Grigoryevna Dostoyevski'nin Hatıraları

Tamamen bir tesadüf sonucu varlığını fark ederek, bir anda almaya karar verdiğim ve bundan hiç pişmanlık duymadığım nadir kitaplardan biri oldu "Anna Grigoryevna Dostoyevski'nin Hatıraları". Kasanın alt rafında küçücük, mütevazı, ancak çarpıcı birer portresiyle karşıladı beni müthiş çift: büyük yazar Fyodor Mihayloviç Dostoyevski ve karısı Anna Grigoryevna Snitkina. Kitap hakkında yazmaya karar vererek okurken, yazacaklarımın, aslında Anna'nın sözlerinden ibaret olacağını görmüş oldum, çünkü kocasının aksine hiçbir edebi yeteneği olmadığını en başta itiraf eden Anna Grigoryevna, Dostoyevski'nin bizim bildiğimiz, bize ulaştığı anlamda Dostoyevski olmasını sağlayan tek kadındır aslında. Bu kitabın varlığından haberdar olduktan ve okuduktan sonra, edebiyat dünyasındaki bazı eserleri okumadan önce Dostoyevski'yi okumak nasıl gerekliyse, bu yazarı okuduktan sonra eşinin hatıratını okumanın da aynı şekilde şart olduğunu savunabilirim. Çünkü o büyük eserlerin ya

Savaş ve Barış II

İlk cildinde ağır basan Rus ailelerinin hayatı ve çevrelerinde gelişen olaylardan farklı olarak, Savaş ve Barış 'ın ikinci cildinde ilk ciltte yer alan tüm ailevi ve siyasi olayların sonuçlarını okursunuz. Tüm aile bireyleri, savaş öncesi ve sonrasında, yaptıkları seçimlerin, aldıkları kararların ve attıkları adımların sonuçlarıyla karşı karşıya kalacaktır. Gözünüzün önünde yaşanıyormuş izlenimi veren Austerlitz Savaşı'nın kaybedilmesinin ardından Fransız Ordusu Rusya içinde ilerleyerek Moskova'ya ulaşır. Şehrin işgaline hiçbir zaman ihtimal vermeyen Moskova sakinleri şehirden kaçarlar. Ancak Bonaparte komutasındaki ordunun Moskova'yı işgali, kendi sonunu hazırlayacaktır. Kitapta Tolstoy tarih yazarlığı üzerine görüşlerini paylaşır, 1812 olaylarının sebeplerini eleştirdiği tüm tarihsel yaklaşımlarla birlikte açıklar. Bu yönüyle ikinci cilt önemli bir kaynak teşkil eder. Yazar, adı geçen savaşların ardından on yıllar sonra yayınlanan kitapları derinlemesine okum

Yitiriş ve Unutuş

"... Moskovalılar içinde bulundukları duruma ciddi bir açıdan bakmak şöyle dursun, aksine bir tehlikenin yaklaştığını hisseden tüm insanların her zaman yaptıkları gibi, daha da hafife almaya başlamışlardı. Tehlike yaklaştığı zaman, insanın içinde aynı derecede güçlü iki ses duyulur; bunlardan biri insanın tehlikenin çeşidini incelemesini ve ondan kurtulmasının çarelerini araştırmasını öğütler. İkincisi daha akla yakın konuşur ve tehlikeyi düşünmenin acı vereceğini, aşırı derecede ağır geleceğini, işlerin genel gidişatına bakarak tahminler yürütmekle bir şey kazanılamayacağını, çünkü olayların insanın iradesi dışında olduğunu, bu yüzden iyisi mi, böyle ağır bir şeyi düşünmektense, o şey insanın başına gelinceye kadar beklemesinin ve yalnız tatlı şeyleri düşünmenin daha yerinde olduğunu söyler. İnsan yalnızken, çoğu zaman birinci sese, toplum içindeyken ise, ikincisine kulak verir. Moskovalılar da öyle davranıyorlardı. Kentte hiçbir zaman, o yılki kadar eğlenilmemişti." Savaş

Savaş ve Barış I

Savaş ve Barış, okunacak satır sayısıyla ilgili bir fikir veren hacmine karşılık, içeriğiyle daha çok şey vaat ediyor insana. Anlattığı döneme ait politik savaş ve barış durumlarına ek olarak, insanların çevrelerinde, sosyal ilişkilerinde, ailelerinde ve kendi içlerindeki savaşları ve barışları da gözler önüne seriyor, bunu Rus folklorüne dair çok belirgin temalar içerisinde yapıyor. Frnasız İmparatoru Napolyon ile devam eden savaşlar sırasında Rus toplumunun farklı tabakalarından beş farklı ailenin yaşadığı maddi ve manevi olaylar, bu ailelerin birbirleriyle, hatta bazı fertlerinin Rus Çarına dek uzanan ilişkileri, yıllar içindeki değişimlerini 880 sayfa içinde ilerleken izliyorsunuz. "Savaş ve Barış beş asil ailenin - Bezuxovlar, Bolkonskiler, Rostovlar, Kuraginlər ve Drubetskoy ailelerinin temsilcilerinin 1805 - 1813 - yılları arasındaki yaşam ve yaşamlarından, ilişkilerinden, 1812 - yılında Napolyon'un Rusya'ya saldırısından ve bu olayın Rusya ve asillerinin yaş

Kürk Mantolu Madonna

Bu kitapla ilgili bilinçsizce kullanılan yargıların çoğu, tamamen kendisi haricindeki sebeplere dayanıyor: okunduğunu yedi düvele göstermenin moda olması kendisiyle ilgili en büyük engel aslında. Ortalık, yazarının birkaç cümlesinin dolaştığı görsellerden geçilmiyor, oysa atıf yapılan kitap, bir o kadar kendi içine kapanık, kapalı bir kutu. Yayımlandığından bu yana binlerce okuru olmuş olsa da, binlerce okumayan okuru var: kitabı almaktansa kitapla verilmiş pozunun daha çok para ettiği karikatür bunun en güzel özeti. Yıllarca susmuş, acısını içinde yaşamış, ve en sonunda hiçbir şeyin zannettiği gibi olmayabileceğini öğrenmiş bir adamın hikâyesi Kürk Mantolu Madonna . Onunla birlikte siz de bu yolculuğa çıkıyorsunuz. Bu günlüğü okurken bölünmenize izin vermiyor yazar, günümüze dönüş yapmıyor, içine baktığınız berrak suyu dalgalandırmıyor. Başlığı bana hep Anna Karenina 'yı canlandıran Sophie Marceau'nun kürkler içerisindeki portrelerini zihnime getirse de, romanın bende bır

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayınlandıktan sonra 2011 yılında hayata veda etmiş bir şair. Daha söyleyecek, yazacak çok şiirleri kaldı onda. Son kitabı Pu