Ana içeriğe atla

Anna Grigoryevna Dostoyevski'nin Hatıraları

Tamamen bir tesadüf sonucu varlığını fark ederek, bir anda almaya karar verdiğim ve bundan hiç pişmanlık duymadığım nadir kitaplardan biri oldu "Anna Grigoryevna Dostoyevski'nin Hatıraları". Kasanın alt rafında küçücük, mütevazı, ancak çarpıcı birer portresiyle karşıladı beni müthiş çift: büyük yazar Fyodor Mihayloviç Dostoyevski ve karısı Anna Grigoryevna Snitkina. Kitap hakkında yazmaya karar vererek okurken, yazacaklarımın, aslında Anna'nın sözlerinden ibaret olacağını görmüş oldum, çünkü kocasının aksine hiçbir edebi yeteneği olmadığını en başta itiraf eden Anna Grigoryevna, Dostoyevski'nin bizim bildiğimiz, bize ulaştığı anlamda Dostoyevski olmasını sağlayan tek kadındır aslında.

Bu kitabın varlığından haberdar olduktan ve okuduktan sonra, edebiyat dünyasındaki bazı eserleri okumadan önce Dostoyevski'yi okumak nasıl gerekliyse, bu yazarı okuduktan sonra eşinin hatıratını okumanın da aynı şekilde şart olduğunu savunabilirim. Çünkü o büyük eserlerin yazıldığı koşulları, o yılların acımasız hayat şartlarını ve zalim insanlarını bilmek en az o eserlerin hakkını vererek okumak için gereklidir. (Üstelik Anna, bu hatıratı, çarpık iddialar taşıyan pekçok yazı ve yayına cevap olarak yayımlamıştır. Bu iftiralar, eleştiriler, Dostoyevski'nin sağlığında da, kaybından sonra da bitmemiştir.) Ecinniler, Karamazov Kardeşler gibi kitapların nasıl koşullarda yazıldığını bilmek, bu yazarı tam anlamıyla değerlendirebilmek için ne bulunmaz bir hazinedir! Tüm yazışmaları, mektupları, romanların (koruyabildiği kadarıyla, çünkü Rus yetkilileri göz hapsinde tuttukları Fyodor Mihayloviç'in her yazısına yurda giriş ve çıkışlarda el koyuyorlardı) el yazmalarını, dergi sayılarını kayıt altında tutan bu harika kadını kutlamak gerek!

Dostoyevski'nin o esnada yazmakta olduğu romanı Kumarbaz'ı bir stenografa dikte ettirerek yazma niyetiyle hocasına başvurmasıyla, elli rublelik ücret karşılığında ilk işini bulur Anna. Dostoyevski ilk birkaç buluşma ve çalışmadan sonra bile Anna'nın ismini hatırlayamaz. Ancak varlığına alışır, ve sonrasında yokluğuna alışamaz olur.

Bu hatırat, en büyük edebi eserler ustasının yanında geçirilmiş on dört yılın sonunda, tüm edebi yöntemler ve etkilerden yoksun bir üslupla - iyi ki!- yazıldığı halde, belki de yaşamış en cefakâr, en vefakâr kadının günümüzde çok nadir rastlanılabilecek aşkını anlatır. Kendini bir insana, onun manevi varlığına adayarak, onu tam anlamıyla anlayarak, onu zalimlerden elinden geldiğince bir mücevher gibi korumaya çalışarak, üzerine titreyerek, edebî mirasına sahip çıkarak, gerektiğinde onu savunarak ve bir yandan, bunları, kendini ön plana koymadan, kendi arzularını, şahsi hedeflerini el üstünde tutmadan yapmak. Sözkonusu olan sanat anlamında yetenekli, tamamen yeteneği ışığında üretmek isteyen hassas bir adamsa, böyle bir sanatkârın arkasında da ona destek olan, kendini vakfetmek anlamında çok büyük bir kadının olması gerekir.

Dostoyevski'nin sağlığı, huzuru, mutluluğu, aile saadeti, eserlerini rahatça yazabilmesi gibi konular, Anna'nın hayatının yegâne amaçlarıydı, öyle ki sonunda kendi yayınevini kurmayı, matbaacılığı da öğrenerek kocasının kitaplarını ve Bir Yazarın Günlüğü dergisinin yayınlanması gibi konulara dek uzandı. Aşk, evlilik, hayat arkadaşlığı, can yoldaşlığı, iki insanın rûhen bir olması, Anna ile kocası arasında on dört yıllık birliktelikleri boyunca anıtlaşır.

“Bütün edebiyat hayatı boyunca sadece okur kitlesi ona sadık davranmıştı. Belinski, Dubrolyubov ve Burenin dışında, dönemin eleştirmenlerinden onun yeteneğini takdir eden, neredeyse yok gibiydi: ya onu görmezden geldiler ya da ona düşmanca davrandılar. Dostoyevski’nin ölümü üzerinden otuz beş yıl geçtikten sonra bile eleştirmenlerin yazdıklarını okumak insana tuhaf geliyor; hükümlerinde son derece sathi, basit ve zavallı; buna mukabil düşmanlıklarında ise son derece yamanlar.” (s.290)

Anna, Dostoyevski'yi etkileyen olaylar, aileler ve kişilerden, hangi romanında nasıl bahsettiğini de bize dipnotlar halinde verir.

Dostoyevski'nin ani ölümünde bile Anna, hatıratında ne kendisini acısıyle yücelten, ne de acısını az gösteren bir tavır takınır: eşinin defininden önceki son birkaç gün onunla başbaşa kalmak ister sadece, ancak ona sağlığında rahat vermeyen kişilere ek olarak, onu çok seven içten okuyucular da evi dolduracaktır.

"... sebebini izah edemediğim bu unutkanlık  en az iki ay sürdü: Bazen yemeğini hazırlamak için alelacele evin yolunu tutar, bazen ona şekerlemeler alırdım. Bazen de kulağıma çalınan bir haberi, bunu hemen kocama bildirmeliyim diye içimden geçirirdim. Elbette hemen devamında onunartık ölmüş olduğunu hatırlar, tarif edilmez bir acı çekerdim."

Bu parantez içindeki kısacık metin, aslında tüm kitabı özetler. Bu büyük adam, böyle bir sevgiyle yaşamış ve yapıtlarını yazmıştır. Böyle bir sevmek, sevilmek, herkese kısmet olmaz, kısmet olanlara ise ne mutlu!

Anna Dostoyevski'nin Hatıraları
Anna Grigoryevna Dostoyevski
çev. Kenan Durdu
Mayıs 2016, 500 sayfa
İnsan Yayınları, İstanbul.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Manifesto

Uzun süredir kendimde gözlediğim bir şeyi buraya yazmam gerekiyor; çünkü burayı kitap, seyahat ve itiraz yazıları alanım olarak 2009'dan beri işgal ediyorum. Ben artık, kurgusal edebiyat okuyamıyorum. Dünyada milyarlarca kitap var, her hafta binlercesi basılıyor, her gün yüzlerce sayfası yazılıyor. Dünyadan el etek çekip hepsini okumaya kalksak bile buna ömrümüzün vefâ etmeyeceği aşikâr, şurada yazdığım üzere, belleğimizin de ; dahası, çok çok çok okumayı, misket sayar gibi kitap saymayı da gerekli görmüyorum: çünkü kurgunun sonu yok, ve daha büyük arayışlarınız varsa, tıkanacağı ve tükeneceği açık. Yaklaşık 200 yıldır, büyük yazarların klasiklerini okuyarak insanı, iç dünyasını, hezeyanlarını ve tekâmülünü öğrenmeye, takip etmeye çalıştı insanlık. Ancak bu kitap varlıklarının yaşamlarını kurgulayarak yazarlar, bir neviî insanın, yani kendilerinin aczlerini kırmaya çalışıyorlardı (Ahmet Altan'ın çarpıcı bir tespitini anımsarsak, " Kitap yazmak, insanın Tanrılığa en yaklaşt

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayınlandıktan sonra 2011 yılında hayata veda etmiş bir şair. Daha söyleyecek, yazacak çok şiirleri kaldı onda. Son kitabı Pu

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze