Ana içeriğe atla

"Bin Muhteşem Güneş"

Hep, ama hep insanı çaresizlikten delirtecek bir adaletsizlikle yürekten yakalıyor Khaled Hosseini. Öylesine delirtici bir şey koyuyor ki gözlerinizin önüne, doğrulup sayfaların içine atlamak istiyorsunuz. Yapamadığınız için, sayfaları yırtasınız geliyor, kelimeleri öldüresiniz.

Bu ağzını bile açamadan evlendirileveren bir genç kadın ile değil, ona kuma getirilen sarışın melek gibi bir genç kızın, kendi bebeğini düşürmek için elinde bir bisiklet demiriyle bir odada çömelip beklemesinde; ya da sütkardeşinin kazandığı uçurtmayı mahallenin kabadayı çocuklarına vermeyip tecavüze uğrayan hizmetkâr azınlık çocukta değil, onu uzaktan izleyip kılını kıpırdatmayan sütkadeşinde oluyor.

Edebiyat anlamında uzun ağdalı tek bir şey bulamıyorsunuz. Kelime oyunları, ironiler, soyut betimlemeler yok. Bilinçaltından akıp giden şeyler gibi yazdıkları. Birer kelimelik cümleler. Kelime-cümleler. Çünkü eseni aynı, çıplak güneş altında çıplak benlik. Herşey tek başına. Kalabalık, yığıntı, sıkışıklık, bolluk yok oralarda. Çıplak inanç, basit, mütevazı, gerçek. Hep bir özlem, o çorak, yoksul, varsılı bile aslında bizim bildiğimiz yoksul topraklara, o içten, kavruk ahaliye, kadife gözlü çocuklara, ballı süt sesli kadınlara. Sessiz, yüreğini belli edemeyen erkeklere. Küçük evler, bahçeler, her türlüsünden denen sebzeler bile üç-beş tane, basit yemekler, basit giysiler. Ama samimi. Babadan korku, kocadan korku, çocuktan korku... İhtiram. Doğu'ya öykünen, o kendine özgü sisi yapmacık duyumlarla anlatmaya çalışan uyduruk, içine oradan buradan erotizm, baldır detayı karışmış romanlardan iz yok bunda. Kahrından ölmek, asla yalan söylememek, gerçeği haykırmayıp gitmek, susarak ölmek, yıllarca sevip de tek kelime edememek gibi ezelden beridir bilsek de içten içe inanmadığımız, avam bularak rahatladığımız şeyler de var.

Okudukça bunu biz de yapıyoruz, yaptık, diyorsunuz. Ya bir kadına yapmışız bunu, ya bir çocuğa, bir erkeğe, ya da bir topluma. Ama mazluma. Alay etmiş baş eğdirmişiz, beğenmemişiz, ezmişiz sömürmüşüz yasaklamışız sürmüşüz, öyle ki utandırıyor sizi; pişmanlığı baştan öğretiyor. İçinizi umuda sarmayı da, öyle insanlar geliveriyor ki karşınıza, iyi olmayı beceremeyen iyiler gibi mahcup, gülümsüyor içiniz. Binlerce kelimesiyle binlerce yürek aynı yakıcı Güneşle kavruluyor, parlıyor, gözünüzü alarak kayboluyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Manifesto

Uzun süredir kendimde gözlediğim bir şeyi buraya yazmam gerekiyor; çünkü burayı kitap, seyahat ve itiraz yazıları alanım olarak 2009'dan beri işgal ediyorum. Ben artık, kurgusal edebiyat okuyamıyorum. Dünyada milyarlarca kitap var, her hafta binlercesi basılıyor, her gün yüzlerce sayfası yazılıyor. Dünyadan el etek çekip hepsini okumaya kalksak bile buna ömrümüzün vefâ etmeyeceği aşikâr, şurada yazdığım üzere, belleğimizin de ; dahası, çok çok çok okumayı, misket sayar gibi kitap saymayı da gerekli görmüyorum: çünkü kurgunun sonu yok, ve daha büyük arayışlarınız varsa, tıkanacağı ve tükeneceği açık. Yaklaşık 200 yıldır, büyük yazarların klasiklerini okuyarak insanı, iç dünyasını, hezeyanlarını ve tekâmülünü öğrenmeye, takip etmeye çalıştı insanlık. Ancak bu kitap varlıklarının yaşamlarını kurgulayarak yazarlar, bir neviî insanın, yani kendilerinin aczlerini kırmaya çalışıyorlardı (Ahmet Altan'ın çarpıcı bir tespitini anımsarsak, " Kitap yazmak, insanın Tanrılığa en yaklaşt

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayınlandıktan sonra 2011 yılında hayata veda etmiş bir şair. Daha söyleyecek, yazacak çok şiirleri kaldı onda. Son kitabı Pu

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze