Ana içeriğe atla

Gecenin Fırçası Yine

Pek bilinmeyen, odaların geceleri de yaşadığıdır. Lisede gece vakti karanlıkta kulakta müzik çalarken farkedilir böylesi bir şey. Odalar, gündüzleri ışıkla varolup geceleyin siyaha gömülmezler. Gerilerden duyulan müzikle, odaya sızan hafif ayışığıyla -ya da ayışığının yerini almaya başlamış şehir ışıklarıyla yaşarlar.

photo by Serra Dag
Bir sanat kitabı, neden mimarlık konusundan ileri gitmediğini soruyordu üzerinde çocuk resimleri olan ayraca, ayraç aylardır aynı yerde yan gelip yatmaktaydı; cafcaflığına, boyundan büyük sözler eden arka kapaklara kanılıp alınmış, sonra bırakılmış kitaplar kara kara düşünüyorlardı, biz nerede yanlış yaptık, diye. Bir filmden fırlamış kapak resmiyle Bir Geyşanın Anıları, belirsiz akıbetiyle kös kös oturuyordu, ne bir kitap toplama kampanyasına bağışlanabilirdi, ne de sevap olsun diye bir işçiye ya da kapıcıya. Albümler, pek sıkışığız, bir tane daha yanımıza istemeyiz, diye bir ağızdan fısıldaşıyor, bencillik ediyorlardı, tek bir rafı kaplamışlardı. Üst rafta ise stencil boyalı güzelim ahşap kutuda bazı boncuklar en son ne zaman takıldıkları konusunda birbirleriyle yarış ediyorlardı. Hemen yan kutuda ise nizam ile dizili ilaç kutuları, her boşluk değerlendirilerek, uslu uslu sıralarının gelmesini bekliyorlardı. Hepsi böyle kıpırdaşadursun, kitaplık, olası bir bebek haberiyle, bir beşikle değiştirilip kenara atılacağı günden korkuyordu. Tüm bunlar hüzünlü bir şarkıyla akıp gidiyordu mutlaka, coşkulu bir şarkıda ise dolap üstündeki valizler, -hâlâ deniz, yosun ve dağ tepe kokan- kıyılarına köşelerine sıkışmış bitki parçalarını birbirlerine gururla gösteriyorlardı; gidilen yerler hep rüzgârlı olurdu çünkü. Spor çantası hüzünle, yeniden ele alınacağı günü bekler, bekledikçe ezilir büzülür, ayrı düştüğü spor pabuçları anardı. Saksılar ise pencere kenarında sessizce uyumuş olurlardı.

18 yaşında yapılmış bir Gece yağlıboya resmi yalnızca geceleri konuşurdu, ona gündüz bakıp gündüz gözüyle anlamaya çalışanları kafasız bulurdu. Yazık, geceleyin onu görme lütfuna çok az kişi erişebilirdi. Halılar da, yere asılmış tablolar gibi, gece ışığıyla yeniden varolurdu.

En güzeli de dolunayın olup, sokakta ya da semtte elektriğin kesildiği kış geceleriydi; soğuk bir aydınlık buzlu beyaz yerleri aydınlatırdı, nedense kedilerin köpeklerin dışarıda gecelediği fikri içinizi üşütürdü. Hiç de araba geçmez olurdu o anlarda. Tüm sokak yıllarca yaşasanız bile böyle görmediğiniz bir şekilde işte karşınızdaydı, belki çöl geceleri de böyle beyaz, aydınlık ve soğuk olur gibi düşünmekten alamazdınız kendinizi. Mum bile yakılmaz, pencere pencere dolaşılıp sokağın bu boyası belleğe kazınırdı. Çünkü çevresindeki herşeyi yalnız günışığı ya da florasanla hatırlayanlar vardır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Manifesto

Uzun süredir kendimde gözlediğim bir şeyi buraya yazmam gerekiyor; çünkü burayı kitap, seyahat ve itiraz yazıları alanım olarak 2009'dan beri işgal ediyorum. Ben artık, kurgusal edebiyat okuyamıyorum. Dünyada milyarlarca kitap var, her hafta binlercesi basılıyor, her gün yüzlerce sayfası yazılıyor. Dünyadan el etek çekip hepsini okumaya kalksak bile buna ömrümüzün vefâ etmeyeceği aşikâr, şurada yazdığım üzere, belleğimizin de ; dahası, çok çok çok okumayı, misket sayar gibi kitap saymayı da gerekli görmüyorum: çünkü kurgunun sonu yok, ve daha büyük arayışlarınız varsa, tıkanacağı ve tükeneceği açık. Yaklaşık 200 yıldır, büyük yazarların klasiklerini okuyarak insanı, iç dünyasını, hezeyanlarını ve tekâmülünü öğrenmeye, takip etmeye çalıştı insanlık. Ancak bu kitap varlıklarının yaşamlarını kurgulayarak yazarlar, bir neviî insanın, yani kendilerinin aczlerini kırmaya çalışıyorlardı (Ahmet Altan'ın çarpıcı bir tespitini anımsarsak, " Kitap yazmak, insanın Tanrılığa en yaklaşt

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayınlandıktan sonra 2011 yılında hayata veda etmiş bir şair. Daha söyleyecek, yazacak çok şiirleri kaldı onda. Son kitabı Pu

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze