Okurken veya okumanız bittiğinde, bir yazı yazamayacağınız kitaplardandır Kayıp Zamanın İzinde, sizi sayfalarında birer siyah izden ibaret görünen kelimeleriyle öyle sarmış, öylesine sıkı sarmalamıştır ki, sevilen bir bilekliğin kolunuzda şeklini bırakması, bir inci kolyenin boynunuzu gıdıklamasına alışmanız gibi, onun izlerinden kaçamazsınız; yazacaklarınız yalnızca bu kelimelerin basit birer alıntısı dahi olsa, Proust'un kötü bir kopyası olmaktan korkarsınız. Yüreğiniz bu bilinmezlikle kıvranırken, onun yazdılarının bir kopyakâğıdı olmuşsunuzdur bile. Yazacaklarınız, onun yazdıklarıdır; yazmayacaklarınız da, onun yazmamış olduklarından öteye gidemezler.
Edebiyattan alınan zevki tarif etmek neredeyse olanaksızdır, sözkonusu olan bir yabancı yazarın eserleri olunca, bunu tanımlamak daha da olanaksızlaşır; okuduğunuz metnin karmaşıklığı mı, detayları mı, son zamanlarda revaçta olduğu üzere hüznü mü, zihninize neyin doyurucu geldiğini ayırt edemezken, bir yabancı eserin çevirisini okumanızla işler daha da karışır, size bu edebî tadı verenin çevirmen mi, yoksa yazarın kendisi mi olduğunu seçemezsiniz, tıpkı ilk yaz bahçelerinden yükselen ıtırlı kokuların kaynağını kestiremeyişimiz gibi. Eğer bu muhteşem dil, çevirmenin mucizesiyse, o zaman kapağa salt onun isminin yazılması gerekir, Proust öyleyse yalnızca bir dizgicidir; tam tersiyse, çevirmen metni, aslolanın verdiği hazzı değiştirmeden, bir teknik çeviri gibi sadaketle, bir hayalet gibi şeffafça çevirebiliyorsa, öyleyse kapağa, çevirmenin ismi yazılmamalıdır.
Kayıp Zamanın İzinde, sanatsal bir değeri olduğu varsayılabilecek herhangi bir şeyin dizisi ya da serisinin, tekbaşınalığın yarattığı gücü vermeyeceği zannını yıkan, baştan başa değiştiren ve kendince yeniden yaratan bir eserdir, bir hayat yapıtıdır, yaratıcısı, hayatta tek yazmak istediğimi yazdım diyerek son nefesini vermiştir, onlarca yapıt verip yine de yazmak istediğinin bu mu olduğunu kestiremeden ölen büyük yazarların aksine.
Yapıt bir uyanış ile açılır, hepimizin her gün yaşadığı, ama bu şekilde düşünmeyi aklımızın ucundan bile geçirmediğimiz. Fransız yaşayışı, aile hayatı, tarzı ve izlerine karşın, okuyan hangi milletten olursa olsun, bir yabancılık duymayacaktır, okurken iç sesimizin telaffuz etmeyi becemediği isimlere rağmen; ilk kitabın tamamen bir çocuğun gözünden, bir çocuk eliyle yazdığı sanrısına kapılırız; çocukken okuduğumuz tüm o çocuk kitapları ve büyük romanlardan daha bile çocukluk taşır içinde; belki de bir erişkinin gözlerine ve kalbine hapsolmuş bir çocuk ruhudur bu. Bir çocuğun asla önemini kavrayamayacağımız küçücük şeylerden kendine nasıl kocaman içsel bir dünya kurabileceğini, bu dünyaların saymakla bitmeyeceğini görürüz ve çocuklarımızın, biz büyüdükçe -kimbilir ne zaman, nasıl- yitirdiğimiz o hayatî öneme sahip detaylar, sözler, umutlar ve beklentilerle yaratılmış olabileceklerini düşünerek, korkuya kapılırız.
Her yıl henüz bahar gelmeden ailesiyle Paris'ten büyükhalasının sayfiye evinde kalmaya giden bu çocuğun inanılmayacak duygusal ıstırapları, evlerine ziyarete gelen insanlar ve onların çevrelerine, toplumun algısına dair büyüklerinin duysa asla inanamayacakları gözlemleri, kendisini bilinçli bir şekilde önce kasabadan, sokaklardan, ardından evin diğer odalarından çekmiş, yatakodasında kendi kuruntularıyla ve yine sokakta olup bitenlerden kopmadan yaşamaya mahkum eden Léonie Hala, her zaman daha sağlıklı, dinç, torununun odaya kapanıp kitap okuması yerine deli gibi yağan yağmur altında yürümesini isteyen, bahçevanın her zaman aşırı bir düzenle şekil vererek budadığı gül fidelerini daha doğal büyüsünler diye gizlice söken büyükanne, beraber çıkılan aile yürüyüşleri ve havanın bozma ihitmali varsa daha çabuk gidilip dönülebilen Méséglise tarafıyla, daha nadir, daha kesin bir güzel hava şartıyla uzağından geçilebilen, daha bilinmez doğa güzellikleriyle dolu Guermantes tarafı; yaz sonu ayrılık vakti geldiğinde sanki geri dönüşü yaratan anne babaya bir isyan gibi kırlara koşup akdikenlere edilen vedalar, kızının çektirdiği acılarla ölen M. Vinteuil'in bir bestesindeki müzik cümlesiyle doğan, büyüyen bir aşk; Odette, tüm saflığı, aptallığı, bibloları ve Türk işi tespihlerle dolu evi, tuhaf ve ikiyüzlü içtenlikleriyle Verdurin'ler, sadece bir kere bahçede görülebilmiş Swann'ın kızı, her gün beklenen aşk.
Ihlamura batırılan bir madlenle çay fincanından dışarı fırlayan yıllar sizi alıp götürür, sayfalar boyunca anlatan siz olur çıkarsınız, tüm o duygular, beklentiler ve hayalkırıklıkları aslında sizindir, tüm bir yaşam, sadece bu kitapla aslında sizin ellerinize teslim edilmiştir.
Marcel Proust, Swann'ların Tarafı - Kayıp Zamanın İzinde I. cilt,
sayfa 1-440, Temmuz 2010.
sayfa 1-440, Temmuz 2010.
çev. Roza Hakmen, YKY/Delta Yayınları.
Bir lise öğrencisi için parlak satırlar. Bu kitabı bu yaşta okuduğunuz için gurur duymalısınız. Ben de sizin yaşlarınızda okumuştum.
YanıtlaSilBaşarılarınızın devamını dilerim.
Kşeke lise olsaydı.:) Doktora öğrencisiyim. Yine de teşekkürler..
YanıtlaSil