Ana içeriğe atla

Bir Tatlı Huzur...

Karşıdaki güzelim tarlaların, kendi başınalığıyla bile yeğlenesi makilik tepelerin cin müteahhitlerce yok pahasına köylülerden alınmasına, üstlerine sezon içinde koca koca apartmanlar dikilmesine, tüm dairelerin İngilizlere Ruslara İspanyollara patır patır satılmasına ses çıkarmayan devletimiz, karşıdaki 30 yıllık sitede yok bu villanın ön bahçesini daralttın buraya taş döşedin, blablabla diyerek ceza almasını bilmekte, sitenin bakkalı gazinosu sittinsene aynı yağla kavrulup dururken bakkalı da gazinoyu da eller rahatsız oluyor diye içerilere sürmekte, elin narin bünyeleri irkiliveriyor tüyleri kalkıveriyor diye Anadolu çocuğumun zıp zıp atladığı çığlık çığlığa su sıçrattığı iskeleyi kaldırtıvermektedir.

Ne var ki Ramazan ayına denk gelmiş bu kavruk Ağustos'ta, iftar vakti pideleri kapıp bisikletleriyle vızır vızır geçen çocukların, önlerinden geçtikleri bahçeye Afiyet olsun! diye seslenmelerini, orada yiyenlerin ufacık çocuğa koskoca bir adam gibi buyur beraber olsun demesini söküp alamamıştır. Hiçbir Coca-Cola reklamı, kültürümüzde adıyla sanıyla varolan ayran dururken kendini dâhil etmiş gibi gösterdiği Ramazan iftarları reklamlarında böyle bir sıcaklığı yaratamaz, tattıramaz.

Evler, 30 yıl önce tümü birden deniz kumuyla harcı karılmış bu evlerden, kimi bu dünyevî hayatta zenginliğe kavuşup evi tamamen yıktırır, 3 katlı dayalı döşeli villa yaptırır, önüne de kendi çocukları için engel döker; bitişiğindeki ev ise 30 yıldır el sürülmemiş, alınamamış satılamamış kırık camlarıyla alay eder, nanik çeker sanki.

Ya deniz, o deniz; kıyısı kumsalı olmayan dağa taşa mantar gibi dikilmiş sitelerden arabalarla, masaları sandalyeleriyle bilinmedik insanlar doluşur gelir de; topraklara kadar sereserpe yayılırlar, kurtarılmadık memleket, çözülmedik dava bırakmazlar. Onmilyarlarca alım satımlar konuşulur, hey gidi memleket, böyle paralar el değiştiriyor ama kimsenin haberi yok!

Çocuklar iki adım ötede boğulma tehlikesi geçirirler de, başta şaka sanıp aldırmayan ama sonra suya atlayıp kurtaran göbekli amcaların teyzelerin 3 günlük lakırdısı olurlar. Sanki deniz banyosuna güneşe değil yemeye gelmiş gibi üzümler, çekirdekler kavun dilimleri çıkartılır ortaya, hepsi de akşam yemeği sonrası site içinde yürüyüşe çıkılınca sindirileceklerdir.

Ay, ışık kirliliğiyle uzaktan göz kırpan Altınkum'u gizleyen tepelerin ardından kocaman bir portakal gibi, yusyuvarlak bir kurabiye gibi doğar; giderek yükselir, küçülür ve beyazlaşır, solgun bisiklet yollarını aydınlatır; uykuya giden insanların yatak odalarına süzülür, alüminyum panjurların sıralı aralıklarından geçerek bir merdiven kurarak gündüzden kavrulmuş gece ateş kusan odaları dolaşır.

Burada geceleri ortaya çıkan pekçok mahlukat vardır; hiçbir kentte duyulamayacak çığlığıyla gece avlanan baykuşlar, puhu kuşları, sarhoş gibi uçan ufak tefek yarasalar, kocaman kırkayaklar, çekirgeler, ufacık şeffaf bedenleri boncuk boncuk gözleriyle ürkek kertenkelecikler, kayalıkların rengini almış, asla göremeyeceğiniz yengeçler, daha bir cesaretli, su yüzeyinden yüzen, ayakların kaldırdığı kumlarda eşinen, insanları takip eden, durağan popoları ısırarak yüzmeye sevk eden yeni nesil balıklar vardır.

Burada her daim bir hışırtı duyulur; estikçe hışırdayan fıstık çamları, çiçek açmış palmiyeler, lambalara deli gibi çarpıp duran kelebekler, minik yeşil böcekler, rüzgârda kuruyan saçlar. Kumsalda asla doğru dürüst okunmayıp eve gelince akıl edilen kitapların sayfaları.

Öteden gelen bir televizyon sesi, tatilde de bulunan maç kanalları, çay bardaklarının o yurtdışında asla olmayan, bulamayacağınız şıkırtıları duyulur. Yıllar içinde her evde beliren klimalar yine de gece yeline değişilmezler, her an biraz essin istenir, esmiyorsa çöken sıcak ve ortaya çıkan kan emicileri uzağa sürükleyecek tek şey bu yeldir. Herkes bahçelerde oturur, az ışık yakar, yürüyüşlere çıkarak kim evine ne yaptırmış inceleyerek bilgilerini günceller.

Tatil, yemeğin deniz dönüşü aç kurtlar gibi sofraya oturulup zevkle yendiği, suyun karpuzun kavunun şeftalinin tadının bir başka geldiği zamandır. Hormonsuz pembe domateslere kavuşulduğu, incecik köy biberlerinin, salatalıkların acurların, bahçe elmalarının, salkım saçak, toprağın esirgemeden sunduğu üzümlerin, çeşit çeşit peynirlerin zeytinlerin tezgâhlarda sereserpe biraz da turistlere nispet yayıldığı pazarlardır tatil. Rüzgârın eşlikçi değil direnişçi olduğu bisikletle bir turun hamlamış bacakları sersemlettiği ağrıttığı günlerden sonra, arabalara, otobüslere mahkum olacağınız kente sımsıkı bacaklar ve güçlenmiş kollarla dönmektir. En güzeliyse, bir tatlı huzurdur tatil, herşeyin uykudaymış, rüya görüyormuş gibi hissedildiği bir huzur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Manifesto

Uzun süredir kendimde gözlediğim bir şeyi buraya yazmam gerekiyor; çünkü burayı kitap, seyahat ve itiraz yazıları alanım olarak 2009'dan beri işgal ediyorum. Ben artık, kurgusal edebiyat okuyamıyorum. Dünyada milyarlarca kitap var, her hafta binlercesi basılıyor, her gün yüzlerce sayfası yazılıyor. Dünyadan el etek çekip hepsini okumaya kalksak bile buna ömrümüzün vefâ etmeyeceği aşikâr, şurada yazdığım üzere, belleğimizin de ; dahası, çok çok çok okumayı, misket sayar gibi kitap saymayı da gerekli görmüyorum: çünkü kurgunun sonu yok, ve daha büyük arayışlarınız varsa, tıkanacağı ve tükeneceği açık. Yaklaşık 200 yıldır, büyük yazarların klasiklerini okuyarak insanı, iç dünyasını, hezeyanlarını ve tekâmülünü öğrenmeye, takip etmeye çalıştı insanlık. Ancak bu kitap varlıklarının yaşamlarını kurgulayarak yazarlar, bir neviî insanın, yani kendilerinin aczlerini kırmaya çalışıyorlardı (Ahmet Altan'ın çarpıcı bir tespitini anımsarsak, " Kitap yazmak, insanın Tanrılığa en yaklaşt

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayınlandıktan sonra 2011 yılında hayata veda etmiş bir şair. Daha söyleyecek, yazacak çok şiirleri kaldı onda. Son kitabı Pu

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze