Bu kitap, bir kadına hediye edilebilecek en güzel, en anlamlı hediyedir.
Güzelliği ne moda oluşundan ne de pahasından ileri gelir. Anlamı dünya üzerinde olan ve olmayan, yani hem maddi hem manevi dünyadaki en temel iki varlıktan birisine adanmış olmasından kaynaklanır: kadın olmak.
Kadın olmak, hangi ırktan, milletten ve yurttan olursanız olun.
Kadın olmak, hangi ırktan, milletten ve yurttan bir erkeği severseniz sevin.
Bunun bir üst basamağı olan, 'yayınlandığı sırada Türklerin fazla Yunan yanlısı, Yunanlıların fazla Türk yanlısı bulması'na kısmen el uzatan, halkın pekçok yerde iç içe geçmiş günlük davranış biçimleri, yaklaşımları dikkat çekecektir. Ne var ki siyaset, yaşamları dokuyan bir iplik gibi ince ve görünmezdir. Böyle bir konu işlenirken en önde durması beklenirken, bu romanda en geride bırakılarak başka şeylere bakılması istenmiştir bana göre.
Halklar arasındaki bu paralelliklerin içinde inanılmaz zıtlıklar da vardır; bir evlatlık olarak ekmeğini yediği evin Rum beyi yüzünden uğradığı haksızlıktan, bir Türk ile evli kadın olarak iyilik etmek isterken haksızlığa uğramasına neden olan Türk komşularına kadar. Her iki durumda da kadının dinsel ve toplumsal olarak aforoz edilmesi, yani sonuçların ortak olması düşündürücüdür. Oysa ilk zıtlıklar, Rum-Türk boyutunun dışında kalan, Eleni daha yeni kadın olurken kadına atfedilmiş şeytanlık-meleklik meseleleridir; bu durum Eleni tekrar evlenirken de ortaya çıkar ve yine din ile düğümlenir.
Bu düğümlerin arasındaki sevmeler ne güzeldir! Tüm bu siyasi ve dinsel kargaşanın içinde su gibi berrak olan tek şeydir sevmek ve sevilmek. Her seferinde bir çiçek kadar masum, el değmemiş olabilir sevmek. Ve her seferinde kadın değil, aşk ve evlilik kirlenir hem siyaset hem din nedeniyle, mutlaka. Oysa her evlilikten sonra, her ayrılıktan sonra yeniden umut verilebilir gönüle, yaşama, aşka ve kadına. Kitabın başlığı da bundan dem vurur aslında.
Güzelliği ne moda oluşundan ne de pahasından ileri gelir. Anlamı dünya üzerinde olan ve olmayan, yani hem maddi hem manevi dünyadaki en temel iki varlıktan birisine adanmış olmasından kaynaklanır: kadın olmak.
Kadın olmak, hangi ırktan, milletten ve yurttan olursanız olun.
Kadın olmak, hangi ırktan, milletten ve yurttan bir erkeği severseniz sevin.
Bunun bir üst basamağı olan, 'yayınlandığı sırada Türklerin fazla Yunan yanlısı, Yunanlıların fazla Türk yanlısı bulması'na kısmen el uzatan, halkın pekçok yerde iç içe geçmiş günlük davranış biçimleri, yaklaşımları dikkat çekecektir. Ne var ki siyaset, yaşamları dokuyan bir iplik gibi ince ve görünmezdir. Böyle bir konu işlenirken en önde durması beklenirken, bu romanda en geride bırakılarak başka şeylere bakılması istenmiştir bana göre.
Halklar arasındaki bu paralelliklerin içinde inanılmaz zıtlıklar da vardır; bir evlatlık olarak ekmeğini yediği evin Rum beyi yüzünden uğradığı haksızlıktan, bir Türk ile evli kadın olarak iyilik etmek isterken haksızlığa uğramasına neden olan Türk komşularına kadar. Her iki durumda da kadının dinsel ve toplumsal olarak aforoz edilmesi, yani sonuçların ortak olması düşündürücüdür. Oysa ilk zıtlıklar, Rum-Türk boyutunun dışında kalan, Eleni daha yeni kadın olurken kadına atfedilmiş şeytanlık-meleklik meseleleridir; bu durum Eleni tekrar evlenirken de ortaya çıkar ve yine din ile düğümlenir.
Bu düğümlerin arasındaki sevmeler ne güzeldir! Tüm bu siyasi ve dinsel kargaşanın içinde su gibi berrak olan tek şeydir sevmek ve sevilmek. Her seferinde bir çiçek kadar masum, el değmemiş olabilir sevmek. Ve her seferinde kadın değil, aşk ve evlilik kirlenir hem siyaset hem din nedeniyle, mutlaka. Oysa her evlilikten sonra, her ayrılıktan sonra yeniden umut verilebilir gönüle, yaşama, aşka ve kadına. Kitabın başlığı da bundan dem vurur aslında.
Ne var ki güçlü, kalabalık bir kadın değildir Eleni,
en baştan çaresiz, savunmasız, sessiz, onca çocuk doğursa da, onca akrabası komşusu olsa da, tek başına.
Gücü ne fizikseldir ne toplumsal, en sonuna dek güçlü olmayı öğretirken okuyucuya, bunu kafa tutarak veya isyanla da yapmaz. Umut edişine dair hiçbir sözcük de yoktur üstelik. Yaşam önünden akar, içine alır, sürüklenir. Yaşamın akışıyla güçlüdür Eleni. Sürekli değişimin içindedir, oysa kendisi her an değişemez, değişimi kendine göre şekillendirir veya öğrenir ama özü hep aynıdır. Özüne göre değiştirir değişimleri.
Derin karakter tahlilleri, uzun iç sesler de yoktur burada, sevdaya dair şiir gibi sözler azıcıktır, kâh Türkçe kâh Rumcadır bunlar ve anlamamak işten değildir. Ülkeler, milletler, diller, inanışlar... Geçmiş... Kitabın satırlarını, sınırlarını, hatta boyutlarını çizen bu kavramlar ve tanımlar, aslında dışlarına çıkılmak içindir. Hayaller, seviler, özlemlere ulaşmak için. Geleceğe.
Herşeyi bir kenara bıraktığınızda geriye sadece, kadın olmak, kadın olarak sevmek, yaşamak ve ölmek kalır. Bunu aynı anda verebilen hiçbir maddi hediye de yoktur.
Gücü ne fizikseldir ne toplumsal, en sonuna dek güçlü olmayı öğretirken okuyucuya, bunu kafa tutarak veya isyanla da yapmaz. Umut edişine dair hiçbir sözcük de yoktur üstelik. Yaşam önünden akar, içine alır, sürüklenir. Yaşamın akışıyla güçlüdür Eleni. Sürekli değişimin içindedir, oysa kendisi her an değişemez, değişimi kendine göre şekillendirir veya öğrenir ama özü hep aynıdır. Özüne göre değiştirir değişimleri.
Derin karakter tahlilleri, uzun iç sesler de yoktur burada, sevdaya dair şiir gibi sözler azıcıktır, kâh Türkçe kâh Rumcadır bunlar ve anlamamak işten değildir. Ülkeler, milletler, diller, inanışlar... Geçmiş... Kitabın satırlarını, sınırlarını, hatta boyutlarını çizen bu kavramlar ve tanımlar, aslında dışlarına çıkılmak içindir. Hayaller, seviler, özlemlere ulaşmak için. Geleceğe.
Herşeyi bir kenara bıraktığınızda geriye sadece, kadın olmak, kadın olarak sevmek, yaşamak ve ölmek kalır. Bunu aynı anda verebilen hiçbir maddi hediye de yoktur.
Yaseminler Tüter Mi, Hâlâ?, Alev Alatlı
Everest Yayınları, 1984, İstanbul,
223 sayfa.
Yorumlar
Yorum Gönder
Fikirlerinizi paylaşmaktan çekinmeyin!