Ana içeriğe atla

"Yâ Ebetî" (Ey Sevgili ve Saygıdeğer Babacığım!)

 

Yusuf suresinde, henüz bir çocuk olan Yusuf aleyhisselam, babasına gelip rüyasını anlatır, bilirsiniz. Konuşmaya başlarken, "ey sevgili ve saygıdeğer babacığım!" (yâ ebetî) diye başlar.
*
Kur'an, fazladan hiçbir bilgi vermediğine göre, "yâ ebeti"(İngilizceye 'Dad I love you' diye çevrilebilir) seslenişini neden ayette verme gereği duymuştur? Koskoca vahiy, "yâ ebeti" kelimeleri olmadan da mesajını verebilirdi oysa.

Burada Kur'an'ın "hikâyelerin en güzeli" diye betimlediği Yusuf suresinde çok önemli bir derse tanık oluyoruz: Sevgi dolu bir ailenin inşâsı. Bu iki kelimeyi vermekle Kur'an, çocukların ailelerden görüp kopyaladıklarını düşünecek olursak, kendi kendilerine "ey sevgili ve saygıdeğer babacığım" demeyeceklerini, bunun siz onlara, "ey sevgili oğlum/çocuğum" derseniz mümkün olacağının mesajını verir. Bu öyle bir ilişkidir ki çocuk Yusuf, babasına böylesine tuhaf gelen bir rüyayı korkmadan, kınanmayacağını bilerek anlatabilmektedir. Düşünsenize, babanız bir peygamber, siz gidip "ay, güneş ve 12 yıldız rüyamda önümde yere eğilmişti" diyorsunuz! İncil, bu noktada çocuk Yusuf'u kınarken, Kur'an burada hiçbir kınama veya azar kaydı vermemektedir. Yani Kur'an, bir çocuğun rüyasına bile kıymet vermektedir!

Bilirsiniz, toplumda herkesin ailesi sebepli travmaları, içinde kalmış duyguları, itirazları vardır. Yusuf peygamber de bundan beri değildir. (Toksik 12 erkek kardeşin onu öldürmeye teşebbüsü gayet yeterli bir travma sayılabilir.) İbrahim peygamber de Allah'a düşman bir baba (ateşe atılması üzere oğlunu hükümdara ihbar eden); Nuh peygamberin Büyük Tufan'da uğruna Allah'a dua ettiği oğlu (900 yıl tebliğ yapmış bir babanın inkârcı oğlu!), Lut peygamberin sapkın kavimle bir olan karısı,... gibi. Resulullah (Allah'ın selamı üzerine olsun) en toksik amcalara sahipti biliyorsunuz (Oğlu Kasım'ı kaybettiğinde yan evde kahkahalar atarak gülen ve "soyu kesik! soyu kesik!" diye alay eden Ebu Leheb, yollarına dikenler ve pislikler döşeyen yengesi, ve onlara yönelik inen Tebbet, Kevser sureleri...) Yani en makbul, faziletli insanlar bile travmatik aile imtihanından muaf değillerdi.
 
Peki, sevgi dolu bir aile nasıl inşa edilir? 5 ana maddeyi özetleyelim:
1- sevgiyi sözel olarak ifade etmek (anne babanızdan hiç 'seni çok seviyorum' sözünü duydunuz mu, veya çocuklarınıza söylüyor musunuz? Bir karşılık/şart koşma olmadan),
2- hizmet etmek (söylenmeden yapılan yardımlar-destekler, ancak ebeveynlerin bunun karşılığında bir acı çekme hizmeti (pain service) tattırmaması: "Allah'ım bu çocuğu neden bana verdin oturup duruyor" vb.),
3- yakın davranışlarla göstermek (sarılma, öpme, vb),
4- hediyelerle ifade etmek (rüşvet babında değil, çocuk bunu hemen anlar, özellikle anne babada söylem birliği yoksa, ayrılmış eş diğer eş hakkında çocukları dolduruyorsa, birinden biri onu hediyelere boğuyorsa)...
Ve sonuncusu, eğer bu olmazsa ilk 4 maddenin sıfır ile çarpıldığı acı bir gerçek: çocuğunuza alan vermek.

Nedir alan vermek? Seçimlerini tercihlerini yapınca bunlara alan bırakmak. Hayata salmak değil, alan bırakmak. Bunu yapmazsanız istediğiniz kadar seni seviyorum deyin, peşinden koşun yediğini önünde yemediğini ardında koymayın, hediyelere boğun, o çocuk gün gelecek diyecektir ki: "Ben ayrı eve çıkmak istiyorum."
Veya akşam yemeğinde sizinle tek tük konuşur, odasına gitmek ister, çünkü o alanı ona başkaları, arkadaşları vermektedir. Onu dinleyen, hislerini yargılamayan başkaları vardır. Anne baba bu anlamda bir duvar örmüştür çocuğuyla arasına. Çünkü çocuk bir projedir, veya ebeveynin ideolojik bir uzantısı olmak zorundadır, farklı düşünemez, kendisine dikte edilen meslek, okul, yaşam tarzı, hayat prensipleri, evlilik/eş seçimi gibi şeyleri yapmalıdır.
Bu maddeler sadece ebeveyn-çocuklar için değil, karı-koca arasında da geçerlidir. Hislerini paylaşamayan bir eş, o evlilikte en büyük yalnızlığı çekecektir. Alındığı bir şeyi paylaşırsa trip yiyen bir koca, bir daha iç dünyasını paylaşmaz, "neyin var?" denince "iş güç işte" diye geçiştirir. Kadın da paylaşmıyorsun diye  incinir. Veya paylaşınca önemsenmeyen bir kadın, yılları alan bir sessizliğe gömülür, ve yıllar sonra şunu der: "20 yıldır bu huylarına katlanamıyordum, şurada şunu demiştin burada böyle yapmıştın, ben boşanmak istiyorum."

Sevdiklerinize zamanında, doğru şekillerde sevginizi gösterin, ifade edin, konuşun, paylaşın, karşılıksız hediyeler alın, geçinmeye gönlü olarak onlara alan verin. Memnun edicilik ile nezaketi ayırmak zor olsa da...
Bu arada, bunların hepsini en iyi şekilde yapsanız bile çocuğunuz için yine bir şey ifade etmeyebilir. Orada siz o çocuğa (ve kardeşlerine) hakkaniyetli bir yol izlemiş olursunuz. Yakub aleyhisselam 12 çocuğuna sevgi eksikliği yaşatmış olamayacağına göre, o çocuklar yıllarca babalarıyla yaşadıkları halde Mısır'a geldiklerinde halen o toksik duygulara sahiptiler. Yusuf peygamber ise babasıyla çocukluğunda sadece birkaç yıl geçirip sonrasında kaçırıldığı, köle olarak satıldığı, iftiraya uğradığı, hapse düştüğü ve zindanda unutulduğu onca yılda bile, babasının ona aşıladığı sevgiyi ve duruşu hiç terketmedi. Çocuklarınızı çok kısa zamanlarda bile on yıllara yayılacak bir sevgi, güven, hayattaki amaç mirasıyla şekillendirebilirsiniz. Siz yanlarında veya bu dünyada artık olmasanız bile, bu izleri içlerinde taşırlar.


Bu yazıya ilham olan N. Ali Khan'ın IAGD (Islamic Association for Greater Detroit) konuşması için link>>


İşbu Web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na tabidir ve içeriğine ilişkin her türlü yazı içeren bilgi-belge ve her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları blog yazarına aittir. İşbu web sitesinin içeriği, sitede kullanılan her türlü yazılı malzeme Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve Türk Ceza Kanunu kapsamında korunmaktadır.

Sitede yer alan bilgilerin çoğaltılması, başka bir lisana çevrilmesi, saklanması veya işleme tutulması da dahil, blog yazarının önceden yazılı iznine tabidir. Bu sebeple bu sitede yer alan metinler kısmen veya tamamen sahibinin yazılı izni olmadan hiçbir şekilde, çoğaltılamaz, yayınlanamaz, kopyalanamaz, sunulamaz ve aktarılamaz. Sitenin bütünü veya bir kısmı diğer bir Web sitesinde izinsiz olarak kullanılamaz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Manifesto

Uzun süredir kendimde gözlediğim bir şeyi buraya yazmam gerekiyor; çünkü burayı kitap, seyahat ve itiraz yazıları alanım olarak 2009'dan beri işgal ediyorum. Ben artık, kurgusal edebiyat okuyamıyorum. Dünyada milyarlarca kitap var, her hafta binlercesi basılıyor, her gün yüzlerce sayfası yazılıyor. Dünyadan el etek çekip hepsini okumaya kalksak bile buna ömrümüzün vefâ etmeyeceği aşikâr, şurada yazdığım üzere, belleğimizin de ; dahası, çok çok çok okumayı, misket sayar gibi kitap saymayı da gerekli görmüyorum: çünkü kurgunun sonu yok, ve daha büyük arayışlarınız varsa, tıkanacağı ve tükeneceği açık. Yaklaşık 200 yıldır, büyük yazarların klasiklerini okuyarak insanı, iç dünyasını, hezeyanlarını ve tekâmülünü öğrenmeye, takip etmeye çalıştı insanlık. Ancak bu kitap varlıklarının yaşamlarını kurgulayarak yazarlar, bir neviî insanın, yani kendilerinin aczlerini kırmaya çalışıyorlardı (Ahmet Altan'ın çarpıcı bir tespitini anımsarsak, " Kitap yazmak, insanın Tanrılığa en yaklaşt

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayınlandıktan sonra 2011 yılında hayata veda etmiş bir şair. Daha söyleyecek, yazacak çok şiirleri kaldı onda. Son kitabı Pu

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze