Ana içeriğe atla

Nâzım Hikmet Bütün Şiirleri

Senelerce, utanmadan yazıyorum, dönüp bakmadım şiire. Okumuyordum, varsa yoksa romanlar, lisenin hepsi aynı biçim ciltlenip kalıplanmış en kalın kitaplarını.

Sürekli büyük harfle başlayıp noktayla biten yapılar okursanız, şiir size yarım kalmış örtüler gibi gelir, sanki nereyi örtseniz, bir tarafı açıkta kalacaktır. Kimbilir, belki de aslolan güzellik budur: herşeyin örtülmemesi.

Ve ne basittir, bir şarkının türkünün bestenin sevdiğiniz yeri gelince hissettiğiniz coşku, güven ve huzur.

Sevmediğinizi söylediğiniz şeyler bile bu kisveyle kanınıza girebilir, elinizin dilinizin âşinası olabilirler.



Güneşin zaptı yakın! 
diye haykıran birinin satırlarını eline aldığınızda mesela. 

Rüzgâr kanatlı atlılar gibi 
geçerken hayat.

Çevrenizdekiler  
dakikada 1,000,000 basılan kitapların şarkını,
açlığın kıtlıktan öldüğü diyarları
okurken,
trrrum! trrrrum! Makinalaşmak istiyorum! diyen bu tuhaf adam şaşırtır sizi.  

Yalnız gözleri yaşayan açların gözbebeklerine bağıra çağıra dizeler yazmıştır. Ürkütür. Yaptığı ilk etki budur, ve önümüzde bu önyargıları aşmaktaki isteksizliğimizden daha büyük bir engel yoktur. Sözlerini içinize yazmak yerine hendekten atlamayı, gidip saçınızı pembeye boyatmayı yeğleyebilirsiniz. Geçmişteki pekçok insan bu iki seçenekten daha tuhafını yapmışlardır. Takip etmişler, kıstırmışlar, hapse atmışlardır.

Çünkü
şairdir. 
Bir yıl yağan yağmur kadar 
şiir yazmıştır.

Halkın soyulmuş derisinden
sırtına frak giyenlere sallamıştır kalemini.  

Bir yandan da, Cebinde 75 kuruşuyla
havada baharı karşılar.

Beni Şişli'de yalnız 
bıraksanız 
Maçka'nın yolunu bulup da gidemem, diye itiraf eder.

Dayadım 
alnımı
demir parmaklığa;
Parmaklık
alnıma gömüldü. sözleri gözlerinize gömülür. Satırlar parmaklık olur içinize yer eder.

Sesini Kaybeden Şehre yazar, Hava kurşun gibi ağır! diye duyduğunuz andan itibaren, söylemeye başlarsınız gerisini, dökülür bir çağlayan gibi. Onyıllarca unutulmayan, sağı solu değiştirilemeyen şarkılar misali. Yüreklerin 
kulakları 
sağır...

Kalbiniz sıkışır, sayfayı çevirirsiniz. Güzel günler göreceğiz çocuklar,
güneşli günler
göre-
-ceğiz... diyerek yeni bir umudu ekiverir içinize arsızca, bir öğretmen gibi aman dinlemeden. Şair diye hep kadınlardan, zalim sevgililerin uysal zülüflerinden mi bahsedeceğini sandınız: Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım
19 yaşım
Sana anam gibi hürmet ediyorum
edeceğim.

Ve sonra da hiç umulmadık bir yerde apaçık sesleniverir, Sevmek mükemmel iş delikanlım.
Sev bakalım..
Madem ki kafanda ışıklı bir gece var,
benden izin sana,
seeeev
sevebildiğin kadar..

Bilirsiniz, gelecektir ardından, bir duanın en sevdiğiniz kısmı gibi; O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Ufacık tefecik bir kadın olmayı dileyebilirsiniz şimdi.Ve hanımelleri...

Kapının önündeki üç selvi, 
birkaç satırdan sonra
ne kökleri yerde, başları yıldızlarda
Kanlı bir baltayı aydınlatıyor
olurlar. Bu sıradan kafiyeler, kısıtlı kelimelerle bu dizeler alır getirir o çok kelime anlatan resimleri upuzun bitmez tükenmez gazete sütunlarını karşınıza. Fidanlar birer ikişer sökülürken, dostlarına sitem eder,
Biri sensin,
biri o,
biri ötekisi...diye. Onlar kendilerini pek iyi bilirler.

Hangi dost böyle acı söylemiştir? Çevresindekiler birer birer ayrı düşerken, kimileri köşe olup mal mülk yığarken, Ne bilmem nerden gelirâtım,
ne mülküm, ne malım var.
Sade bir çanak balım var.
Çanağımda balım olsun,
gelir arısı 
Bağdat'tan... diyerek çağırır sizleri.


Ölçüsü para değil sevmedir, gençlik botoks değil sevmektir, o günü bu günü şu günü onubunuşunu istemek değil vermektir; Sevdiğin müddetçe
ve sevebildiğin kadar,
sevdiğine her şeyini verebildiğin müddetçe
ve verebildiğin kadar gençsin.

Hep bu memleketin insanına yazdı, kâh sitem etti kâh umut, ama hep düşündü, onu en bilmeyenlerin bile ilk hissettiği şey budur; bu şair havada yürümemiş, hep ayakları elleri zihni yere zincirlidir. Gerçek şu ki, bu şairi hiç okumamış biri bu insana dair pekçok şeyi kaçırmış demektir.
Onlar ki toprakta karınca
suda balık
havada kuş kadar 
çokturlar;
korkak
cesur
cahil
hakîm
ve çocukturlar...

Bir memleket insanına bundan güzel ağıt var mıdır... Sağ elim masanın üstünde,
seslensem duyar mı acaba?
Merhaba sağ elim, merhaba. diyen bir adam yapmıştır bunu.

Sağ eli, sağ eli, sağ eli. Başka türlü yazılamazdı Nâzım'ın şiirleri.



Nazım Hikmet Bütün Şiirleri
YKY Delta Yayınları, 2090 sayfa, 2010. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Manifesto

Uzun süredir kendimde gözlediğim bir şeyi buraya yazmam gerekiyor; çünkü burayı kitap, seyahat ve itiraz yazıları alanım olarak 2009'dan beri işgal ediyorum. Ben artık, kurgusal edebiyat okuyamıyorum. Dünyada milyarlarca kitap var, her hafta binlercesi basılıyor, her gün yüzlerce sayfası yazılıyor. Dünyadan el etek çekip hepsini okumaya kalksak bile buna ömrümüzün vefâ etmeyeceği aşikâr, şurada yazdığım üzere, belleğimizin de ; dahası, çok çok çok okumayı, misket sayar gibi kitap saymayı da gerekli görmüyorum: çünkü kurgunun sonu yok, ve daha büyük arayışlarınız varsa, tıkanacağı ve tükeneceği açık. Yaklaşık 200 yıldır, büyük yazarların klasiklerini okuyarak insanı, iç dünyasını, hezeyanlarını ve tekâmülünü öğrenmeye, takip etmeye çalıştı insanlık. Ancak bu kitap varlıklarının yaşamlarını kurgulayarak yazarlar, bir neviî insanın, yani kendilerinin aczlerini kırmaya çalışıyorlardı (Ahmet Altan'ın çarpıcı bir tespitini anımsarsak, " Kitap yazmak, insanın Tanrılığa en yaklaşt

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayınlandıktan sonra 2011 yılında hayata veda etmiş bir şair. Daha söyleyecek, yazacak çok şiirleri kaldı onda. Son kitabı Pu

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze