Senelerce, utanmadan yazıyorum, dönüp bakmadım şiire. Okumuyordum, varsa yoksa romanlar, lisenin hepsi aynı biçim ciltlenip kalıplanmış en kalın kitaplarını.
Sürekli büyük harfle başlayıp noktayla biten yapılar okursanız, şiir size yarım kalmış örtüler gibi gelir, sanki nereyi örtseniz, bir tarafı açıkta kalacaktır. Kimbilir, belki de aslolan güzellik budur: herşeyin örtülmemesi.
Ve ne basittir, bir şarkının türkünün bestenin sevdiğiniz yeri gelince hissettiğiniz coşku, güven ve huzur.
Sevmediğinizi söylediğiniz şeyler bile bu kisveyle kanınıza girebilir, elinizin dilinizin âşinası olabilirler.
Güneşin zaptı yakın!
diye haykıran birinin satırlarını eline aldığınızda mesela.
Rüzgâr kanatlı atlılar gibi
geçerken hayat.
Çevrenizdekiler
dakikada 1,000,000 basılan kitapların şarkını,
açlığın kıtlıktan öldüğü diyarları
okurken,
trrrum! trrrrum! Makinalaşmak istiyorum! diyen bu tuhaf adam şaşırtır sizi.
Yalnız gözleri yaşayan açların gözbebeklerine bağıra çağıra dizeler yazmıştır. Ürkütür. Yaptığı ilk etki budur, ve önümüzde bu önyargıları aşmaktaki isteksizliğimizden daha büyük bir engel yoktur. Sözlerini içinize yazmak yerine hendekten atlamayı, gidip saçınızı pembeye boyatmayı yeğleyebilirsiniz. Geçmişteki pekçok insan bu iki seçenekten daha tuhafını yapmışlardır. Takip etmişler, kıstırmışlar, hapse atmışlardır.
Çünkü
şairdir.
Bir yıl yağan yağmur kadar
şiir yazmıştır.
Halkın soyulmuş derisinden
sırtına frak giyenlere sallamıştır kalemini.
Bir yandan da, Cebinde 75 kuruşuyla
havada baharı karşılar.
Beni Şişli'de yalnız
bıraksanız
Maçka'nın yolunu bulup da gidemem, diye itiraf eder.
Dayadım
alnımı
demir parmaklığa;
Parmaklık
alnıma gömüldü. sözleri gözlerinize gömülür. Satırlar parmaklık olur içinize yer eder.
Sesini Kaybeden Şehre yazar, Hava kurşun gibi ağır! diye duyduğunuz andan itibaren, söylemeye başlarsınız gerisini, dökülür bir çağlayan gibi. Onyıllarca unutulmayan, sağı solu değiştirilemeyen şarkılar misali. Yüreklerin
kulakları
sağır...
Kalbiniz sıkışır, sayfayı çevirirsiniz. Güzel günler göreceğiz çocuklar,
güneşli günler
göre-
-ceğiz... diyerek yeni bir umudu ekiverir içinize arsızca, bir öğretmen gibi aman dinlemeden. Şair diye hep kadınlardan, zalim sevgililerin uysal zülüflerinden mi bahsedeceğini sandınız: Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım
19 yaşım
Sana anam gibi hürmet ediyorum
edeceğim.
Ve sonra da hiç umulmadık bir yerde apaçık sesleniverir, Sevmek mükemmel iş delikanlım.
Sev bakalım..
Madem ki kafanda ışıklı bir gece var,
benden izin sana,
seeeev
sevebildiğin kadar..
Bilirsiniz, gelecektir ardından, bir duanın en sevdiğiniz kısmı gibi; O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Ufacık tefecik bir kadın olmayı dileyebilirsiniz şimdi.Ve hanımelleri...
Kapının önündeki üç selvi,
birkaç satırdan sonra
ne kökleri yerde, başları yıldızlarda
Kanlı bir baltayı aydınlatıyor
olurlar. Bu sıradan kafiyeler, kısıtlı kelimelerle bu dizeler alır getirir o çok kelime anlatan resimleri upuzun bitmez tükenmez gazete sütunlarını karşınıza. Fidanlar birer ikişer sökülürken, dostlarına sitem eder,
Biri sensin,
biri o,
biri ötekisi...diye. Onlar kendilerini pek iyi bilirler.
Hangi dost böyle acı söylemiştir? Çevresindekiler birer birer ayrı düşerken, kimileri köşe olup mal mülk yığarken, Ne bilmem nerden gelirâtım,
ne mülküm, ne malım var.
Sade bir çanak balım var.
Çanağımda balım olsun,
gelir arısı
Bağdat'tan... diyerek çağırır sizleri.
Ölçüsü para değil sevmedir, gençlik botoks değil sevmektir, o günü bu günü şu günü onubunuşunu istemek değil vermektir; Sevdiğin müddetçe
ve sevebildiğin kadar,
sevdiğine her şeyini verebildiğin müddetçe
ve verebildiğin kadar gençsin.
Hep bu memleketin insanına yazdı, kâh sitem etti kâh umut, ama hep düşündü, onu en bilmeyenlerin bile ilk hissettiği şey budur; bu şair havada yürümemiş, hep ayakları elleri zihni yere zincirlidir. Gerçek şu ki, bu şairi hiç okumamış biri bu insana dair pekçok şeyi kaçırmış demektir.
Onlar ki toprakta karınca
suda balık
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak
cesur
cahil
hakîm
ve çocukturlar...
Bir memleket insanına bundan güzel ağıt var mıdır... Sağ elim masanın üstünde,
seslensem duyar mı acaba?
Merhaba sağ elim, merhaba. diyen bir adam yapmıştır bunu.
Sağ eli, sağ eli, sağ eli. Başka türlü yazılamazdı Nâzım'ın şiirleri.
Sürekli büyük harfle başlayıp noktayla biten yapılar okursanız, şiir size yarım kalmış örtüler gibi gelir, sanki nereyi örtseniz, bir tarafı açıkta kalacaktır. Kimbilir, belki de aslolan güzellik budur: herşeyin örtülmemesi.
Ve ne basittir, bir şarkının türkünün bestenin sevdiğiniz yeri gelince hissettiğiniz coşku, güven ve huzur.
Sevmediğinizi söylediğiniz şeyler bile bu kisveyle kanınıza girebilir, elinizin dilinizin âşinası olabilirler.
Güneşin zaptı yakın!
diye haykıran birinin satırlarını eline aldığınızda mesela.
Rüzgâr kanatlı atlılar gibi
geçerken hayat.
Çevrenizdekiler
dakikada 1,000,000 basılan kitapların şarkını,
açlığın kıtlıktan öldüğü diyarları
okurken,
trrrum! trrrrum! Makinalaşmak istiyorum! diyen bu tuhaf adam şaşırtır sizi.
Yalnız gözleri yaşayan açların gözbebeklerine bağıra çağıra dizeler yazmıştır. Ürkütür. Yaptığı ilk etki budur, ve önümüzde bu önyargıları aşmaktaki isteksizliğimizden daha büyük bir engel yoktur. Sözlerini içinize yazmak yerine hendekten atlamayı, gidip saçınızı pembeye boyatmayı yeğleyebilirsiniz. Geçmişteki pekçok insan bu iki seçenekten daha tuhafını yapmışlardır. Takip etmişler, kıstırmışlar, hapse atmışlardır.
Çünkü
şairdir.
Bir yıl yağan yağmur kadar
şiir yazmıştır.
Halkın soyulmuş derisinden
sırtına frak giyenlere sallamıştır kalemini.
Bir yandan da, Cebinde 75 kuruşuyla
havada baharı karşılar.
Beni Şişli'de yalnız
bıraksanız
Maçka'nın yolunu bulup da gidemem, diye itiraf eder.
Dayadım
alnımı
demir parmaklığa;
Parmaklık
alnıma gömüldü. sözleri gözlerinize gömülür. Satırlar parmaklık olur içinize yer eder.
Sesini Kaybeden Şehre yazar, Hava kurşun gibi ağır! diye duyduğunuz andan itibaren, söylemeye başlarsınız gerisini, dökülür bir çağlayan gibi. Onyıllarca unutulmayan, sağı solu değiştirilemeyen şarkılar misali. Yüreklerin
kulakları
sağır...
Kalbiniz sıkışır, sayfayı çevirirsiniz. Güzel günler göreceğiz çocuklar,
güneşli günler
göre-
-ceğiz... diyerek yeni bir umudu ekiverir içinize arsızca, bir öğretmen gibi aman dinlemeden. Şair diye hep kadınlardan, zalim sevgililerin uysal zülüflerinden mi bahsedeceğini sandınız: Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım
19 yaşım
Sana anam gibi hürmet ediyorum
edeceğim.
Ve sonra da hiç umulmadık bir yerde apaçık sesleniverir, Sevmek mükemmel iş delikanlım.
Sev bakalım..
Madem ki kafanda ışıklı bir gece var,
benden izin sana,
seeeev
sevebildiğin kadar..
Bilirsiniz, gelecektir ardından, bir duanın en sevdiğiniz kısmı gibi; O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Ufacık tefecik bir kadın olmayı dileyebilirsiniz şimdi.Ve hanımelleri...
Kapının önündeki üç selvi,
birkaç satırdan sonra
ne kökleri yerde, başları yıldızlarda
Kanlı bir baltayı aydınlatıyor
olurlar. Bu sıradan kafiyeler, kısıtlı kelimelerle bu dizeler alır getirir o çok kelime anlatan resimleri upuzun bitmez tükenmez gazete sütunlarını karşınıza. Fidanlar birer ikişer sökülürken, dostlarına sitem eder,
Biri sensin,
biri o,
biri ötekisi...diye. Onlar kendilerini pek iyi bilirler.
Hangi dost böyle acı söylemiştir? Çevresindekiler birer birer ayrı düşerken, kimileri köşe olup mal mülk yığarken, Ne bilmem nerden gelirâtım,
ne mülküm, ne malım var.
Sade bir çanak balım var.
Çanağımda balım olsun,
gelir arısı
Bağdat'tan... diyerek çağırır sizleri.
Ölçüsü para değil sevmedir, gençlik botoks değil sevmektir, o günü bu günü şu günü onubunuşunu istemek değil vermektir; Sevdiğin müddetçe
ve sevebildiğin kadar,
sevdiğine her şeyini verebildiğin müddetçe
ve verebildiğin kadar gençsin.
Hep bu memleketin insanına yazdı, kâh sitem etti kâh umut, ama hep düşündü, onu en bilmeyenlerin bile ilk hissettiği şey budur; bu şair havada yürümemiş, hep ayakları elleri zihni yere zincirlidir. Gerçek şu ki, bu şairi hiç okumamış biri bu insana dair pekçok şeyi kaçırmış demektir.
Onlar ki toprakta karınca
suda balık
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak
cesur
cahil
hakîm
ve çocukturlar...
Bir memleket insanına bundan güzel ağıt var mıdır... Sağ elim masanın üstünde,
seslensem duyar mı acaba?
Merhaba sağ elim, merhaba. diyen bir adam yapmıştır bunu.
Sağ eli, sağ eli, sağ eli. Başka türlü yazılamazdı Nâzım'ın şiirleri.
Nazım Hikmet Bütün Şiirleri
YKY Delta Yayınları, 2090 sayfa, 2010.
Yorumlar
Yorum Gönder
Fikirlerinizi paylaşmaktan çekinmeyin!