Ana içeriğe atla

El Değmemiş İnci

Mutlaka okudunuz. Hakkında çok şey yazıldı çizildi, canlı yayınlar bağlantılar röportajlar yapıldı. Her gün belki onlarca yaralı, ölüm, diriliş kan revan gören, bunlar arasında kendi içinde bir adalet duygusu oluşturmaya bile vakti ve izni olmayan bir doktoru, bir hastane başhekimini bile inanamayacağı kadar şaşırtan olay, bir annenin bebeğini nasıl yaşattığına dair savaş bizi niye bu kadar etkiledi, onu yazacağım.
Azra, yani isim anlamıyla el değmemiş inci, erken merhaba dediği dünyada kimi insanların bir ömür başına gelmeyen bir şey yaşadı. 2 gün deprem yıkıntılarının altında kaldı. Bu bizim dışarıdan gördüğümüz şey. Azra'nın gördüğü şey ne biliyor musunuz?
Henüz gündüz gece gibi şeyleri ayırt edemeyip beslendikçe uyuduğu bir dönemde olduğu için, karanlık bir yerde annesinin göğsünden hiç ayrılmadığı, uyuması için beşiğine bile konmadığından belki önceki birkaç güne göre daha mutlu geçirdiği iki gün yaşadı. Henüz gözleri de görüşünü tam geliştirmediği için, sadece kokusundan tanıyabildiği annesiyle dipdibe bir 48 saat geçirdi. 24 saat emzirilip, bol bol öpücüklere boğuldu (annesi sütü yetmediği zaman onu tükürüğüyle besliyordu aslında).
Bir canlıya, varolduğu koşullardan bu kadar farklı koşullarda olduğunu sandıracak tek şey bir annedir. Ne paradır ne pul, ne köşkler ne dadılar ne de başka peşinden koşulan hırslar ve metalar.
9 ay karnında taşıdığın, her türlü eziyetini çektiğin, vücudun altüst olduğu halde müthiş bir bağ kurabildiğin için değil Cennetin ayaklarının altında olması. Vücudunun binyıllardır ezbere bildiği bir işleyişiyle sen hiç farkında olmadan karnında gözler, parmaklar, saç kökleri bile yaratıldığı için de değil. 40 gün mezarının açık kaldığı bir doğum meselesini yaşamandan ötürü de değil; doğduktan sonra 40 yıl yine ona bitmez tükenmez emekler verdiğin için de değil aslında. Senden ayrı, başka bir varlığı yaşatmak için bu kadar, karşılıksız vermenden, kendin bir Cennet olmandan dolayıdır ki Cennet ayaklarının altındadır.

Çünkü bir ana, bir cennetteki güzellikleri var edecek güçten yoksun olduğu halde yavrusuna gerekirse bir cennetteymiş hissini verebilecek zayıf, fani, yüreği kocaman bir kuldur. Bu yüzden Yaratan, Kendi yarattığı Cenneti, tek bir kulun, yine Kendi yarattığı ananın ayakları altına sermiştir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Manifesto

Uzun süredir kendimde gözlediğim bir şeyi buraya yazmam gerekiyor; çünkü burayı kitap, seyahat ve itiraz yazıları alanım olarak 2009'dan beri işgal ediyorum. Ben artık, kurgusal edebiyat okuyamıyorum. Dünyada milyarlarca kitap var, her hafta binlercesi basılıyor, her gün yüzlerce sayfası yazılıyor. Dünyadan el etek çekip hepsini okumaya kalksak bile buna ömrümüzün vefâ etmeyeceği aşikâr, şurada yazdığım üzere, belleğimizin de ; dahası, çok çok çok okumayı, misket sayar gibi kitap saymayı da gerekli görmüyorum: çünkü kurgunun sonu yok, ve daha büyük arayışlarınız varsa, tıkanacağı ve tükeneceği açık. Yaklaşık 200 yıldır, büyük yazarların klasiklerini okuyarak insanı, iç dünyasını, hezeyanlarını ve tekâmülünü öğrenmeye, takip etmeye çalıştı insanlık. Ancak bu kitap varlıklarının yaşamlarını kurgulayarak yazarlar, bir neviî insanın, yani kendilerinin aczlerini kırmaya çalışıyorlardı (Ahmet Altan'ın çarpıcı bir tespitini anımsarsak, " Kitap yazmak, insanın Tanrılığa en yaklaşt

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayınlandıktan sonra 2011 yılında hayata veda etmiş bir şair. Daha söyleyecek, yazacak çok şiirleri kaldı onda. Son kitabı Pu

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze