Ana içeriğe atla

Mahpus

Hayatınızı bir esarete çevirmenin pek çok yolu vardır. Önyargılarınız, inadınız, korkularınızla bir dünya yüzeyi kadar genişleyebilecek olan hayatı bir esarete çevirmek mümkündür. Ancak kendi içinizde esir olmak bambaşka bir şeydir. Proust bu romanda bir erkeğin kendine esir ettiğini zannettiği bir kadın yerine kendisinin nasıl esarete mahkum olduğunu anlatır.

Sadece annesinin ve evdeki hizmetçilerinin bildiği bir zorunlu misafirliğe başlar bu kadın. Zorunlu, bir okur olarak tepki duyduğunuz bir nişanlılıktır bu. Her gün kendini tekrar eden konuşmaları ve paylaşımları yaparlar; kesinlikle evleneceği kararıyla döndüğü Paris'te erkek bu kararını bir türlü gerçekleştiremez. Swannların Tarafında anlatılmış olan, Swann'ın bir Aşkı bölümünü çağrıştırır bu haller. Tüm kitap boyunca, kadın mı erkeği kandırıyor, yoksa tüm bunlar erkeğin zihninin okura birer oyunu mu, anlayamazsınız. Bazen bir ipucu, kadına ait bir yalan yakalarsınız, işte şimdi her şey çözülecektir, ancak tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi koşullar, konuşmalar, unutuşlar bu sekteleri örter veya düzeltir. Herşey, sanki belirli fakat bilinmez bir sona doğru sürüklenir gibidir.

Yazar, Albertine'i evinde tutarak, onu dış dünyadan ve başkalarından kopardığını düşünerek avunurken, bir yandan da içi asla rahat değildir; daha da kötüsü, kendisi evden çıkmaz olmuştur. Bu kuşku saplantı olmuştur onda, siz de okur olarak bir dedektif gibi sayfaları sürer, ipuçları, uyumsuzluklar aramaya başlarsınız.

Evde sizi karşılayacak ya da kesinkes evinize dönecek olan bir insanın varlığı, verdiği güven, tazelediği aidiyet duygusu sorgulanır içten içe. Bir insanı çevresinden kısıtlayarak, arkasına arkadaşlarını, şoförünü takarak, nereye kiminle gitti sürekli soruşturarak yine de hiçbir şey elde edemeyebilir, onun size ait ve bildiğinizi sandığınız hayatının bambaşka olabileceğini keşfetmek zorunda kalabilirsiniz. Üstelik bu insan hayatından hoşnut görünebilir, size ayak uydurabilir, sizinle birlikte olmaktan başka bir şey istemiyor gibi hissettirebilir. Tüm bunları düşündüğünüzde, hissettiğiniz şey ürkütücüdür; hiçbir şey bilmiyor olabilirsiniz. İnanmaktan -hatta kanmaktan- başka çareniz yoktur.

Yazar ayrılma kararını ikinci kez verdiği sırada, aklında yapacağı ayrılık konuşmaları, olası yanıtlar ve savunmaları düşündüğü gecenin sabahı, daha konuşmasını yapamadan Albertine'in evi terkettiğini öğrenir. Bir anda, Alışkanlığın, o iyi niyetli, gizli hayat düzenleyicisinin pençelere, dişlere dönüşen varlığıyla, bu yeni, alışılmamış Yokluk ile başbaşa kalır. Bu sayede bir esareti sona erer, ancak ayrılık başka bir esaret, yalnızlığın esareti olduğu için, derhal sonraki kitabı elinize alırsınız.




Marcel Proust, Mahpus - Kayıp Zamanın İzinde II. cilt, 
s. 2087-2498, Temmuz 2010. 
çev. Roza Hakmen, YKY/Delta Yayınları.

Yorumlar

  1. Okunmasi keyifli bir yazi olmus. Tesekkur ederim! Ethem

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikirlerinizi paylaşmaktan çekinmeyin!

Bu blogdaki popüler yayınlar

Manifesto

Uzun süredir kendimde gözlediğim bir şeyi buraya yazmam gerekiyor; çünkü burayı kitap, seyahat ve itiraz yazıları alanım olarak 2009'dan beri işgal ediyorum. Ben artık, kurgusal edebiyat okuyamıyorum. Dünyada milyarlarca kitap var, her hafta binlercesi basılıyor, her gün yüzlerce sayfası yazılıyor. Dünyadan el etek çekip hepsini okumaya kalksak bile buna ömrümüzün vefâ etmeyeceği aşikâr, şurada yazdığım üzere, belleğimizin de ; dahası, çok çok çok okumayı, misket sayar gibi kitap saymayı da gerekli görmüyorum: çünkü kurgunun sonu yok, ve daha büyük arayışlarınız varsa, tıkanacağı ve tükeneceği açık. Yaklaşık 200 yıldır, büyük yazarların klasiklerini okuyarak insanı, iç dünyasını, hezeyanlarını ve tekâmülünü öğrenmeye, takip etmeye çalıştı insanlık. Ancak bu kitap varlıklarının yaşamlarını kurgulayarak yazarlar, bir neviî insanın, yani kendilerinin aczlerini kırmaya çalışıyorlardı (Ahmet Altan'ın çarpıcı bir tespitini anımsarsak, " Kitap yazmak, insanın Tanrılığa en yaklaşt

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayınlandıktan sonra 2011 yılında hayata veda etmiş bir şair. Daha söyleyecek, yazacak çok şiirleri kaldı onda. Son kitabı Pu

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze