Ana içeriğe atla

Budala - Sunuş Karşıtı Bir Yazı

Yeniden Dostoyevski. Bir anda soğuyan bahar gününün erken karanlığında. Her yerde aynı şekilde karşımıza çıkan ve büyük romanları tekrar edilse de bir sürpriz gibi kalabalık raflar arasından çıkıveren Budala ile.


'Niyetim bütünüyle güzel bir insanı anlatmaktır.' sözünü okuduğunuzda başta şaşırıyorsunuz. Özellikle Karamazov Kardeşler ve Cinler'i daha önce okumuşsanız. Bu romanlar sadece kötülükten bahseden kitaplar olmadığı halde sizde bıraktığı izlenimler öylesine güçlüdür ki, o yaşantılar, pek betimlenmediği için sizin yarattığınız odalar, eski ahşap, öfkeyle parlayan sözler, yılgınlıkla tutunamayan ömürler etrafınızı sarar ve 'bütünüyle güzel' kelimelerinin aydınlığını seçemezsiniz. Bu iki kelimenin yarattığı önyargı inanılmazdır.

Belki de bu yüzden kitap arkasındaki metinleri, Önsözleri, Sunuşları hiç okumamak gerekir. Kitap kapağındaki resim bile bir yönlendiricidir. Yayıncının kapak resmi seçimindeki kriterler, yazarın sunmak istediği veya çoktan öldüğü için artık kitabın kendisinin sunmak istediği atmosferle uymayabilir. Tüm bunlar sanat eserini kendinden farklı dillerde destekleyen, bu nedenle aslında ideal olmayan şeylerdir.

Bir roman, kendini kendi diliyle ifade edecektir, ancak okur onu arka kapaktaki övgü dolu sözler sayesinde alır. Tıpkı bir fotoğrafın, kendini kendi görselliğiyle ifade etmesi gerekirken, başlığı, alt yazıları ve hikâyeleriyle kendinden farklı dillerle örtülmesi gibi.

Bu durum özellikle Çok Satan kitaplarda daha da kontrol edilemez haldedir. Neredeyse her kitabın arkasında New York Times Bestseller gibi unvan yığınları, eleştirmenlerden cımbızla çekilmiş, artık birbirini tekrar ettiği için davetkâr bir yanı kalmamış baygın cümleler var. Kapaklar kitap başlığına uygun süslemeler, bilmece gibi tasarımlarla dolu. Tüm bu yakıştırmalar, oyunlar, seçici okurun en acımasız eleştirmen olabileceği, en ufak bir samimiyetsizliğe içinin hiçbir manevrayla ısınamayacağını göz ardı eder.

Bir süre sonra, her kitapta rastladığınız bu etiketlerin bolluğu sonucu, ya bu gazetelerin, eleştirmenlerin bir ölçütü bulunmadığını düşünmeye başlıyorsunuz, ya da kitabın artık sadece bir pazarlama dehası ürünü olduğunu. Zaten ikisi birbirine hizmet ediyor. Her ikisi de, gerçek anlamda edebiyat sanatıyla varolmak isteyen kitap ve yazarlar için tehlikelidir.

Her alanda geçerli: zorluk veya yokluklarla, bir emek çok daha kıymetlenir. Basacak yayıncı bulamayan eserlerden başyapıtlar çıkmıştır. Bana en çok, lise kütüphanesinde okuduğum, hepsi bir örnek bordo kapakla ciltlenmiş, ne bir resmi ne açıklaması olmayan kitaplar ilham vermiştir. Bu bir zevk meselesi olsa da ve ketumca görünse de, kitabı en yalın şekilde sunan aracılar, ona en çok saygı gösterip geride duranlardır.

Bazen, acaba romanlar, tıpkı çok eskiden olduğu gibi, tefrika halinde gazetelerde mi yayınlanarak bu dünyaya doğsalar, diye düşünmeden edemiyorum. Acaba nasıl bir heyecanla beklerdik, nasıl kesip saklar, biriktirirdik? Bekleyiş ve sabır, heyecanı en çok tetikleyen, bir zevki kolayca tüketmeye en doğrudan engel olan şeyler. Sanırım tüketim çağı, aynı oburluğuna kitapları da kurban ediyor.


Budala, Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Liza Knapp'ın Önsözüyle
çev. Mazlum Beyhan
711 sayfa, İletişim Yayınları, 2003, İstanbul.
Dizi editörü: Orhan Pamuk 

Yorumlar

  1. blogunu yenı kesfettım :) takıpteyım, benımkıne de beklerımm :) sevgılerrrrrr..

    http://zeysfashionroom.blogspot.com/

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hoşgeldiniz:) Her zaman beklerim. Sizi de ekledim, modaya dair herşeyi seviyorum:)

      Sil
  2. Serra merhaba, dün blogcuannedeki yorumuna cevap yazmıştım. Dediğim gibi o 'çok faydalı' bulduğum yazını izninle bloguma koyuyorum.. Buradan da paylaşmak ve blogunu çok beğendiğimi iletmek istedim. Ben de Dostoyevski yi severek okurum.. Sevgiler Pınar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgiler Pınar hanım,
      Yazdıklarınız beni çok mutlu etti. Her zaman keyifle zevkle destek veririm. Tekrar beklerim, ben de hemen bakayım:))

      Sil

Yorum Gönder

Fikirlerinizi paylaşmaktan çekinmeyin!

Bu blogdaki popüler yayınlar

Manifesto

Uzun süredir kendimde gözlediğim bir şeyi buraya yazmam gerekiyor; çünkü burayı kitap, seyahat ve itiraz yazıları alanım olarak 2009'dan beri işgal ediyorum. Ben artık, kurgusal edebiyat okuyamıyorum. Dünyada milyarlarca kitap var, her hafta binlercesi basılıyor, her gün yüzlerce sayfası yazılıyor. Dünyadan el etek çekip hepsini okumaya kalksak bile buna ömrümüzün vefâ etmeyeceği aşikâr, şurada yazdığım üzere, belleğimizin de ; dahası, çok çok çok okumayı, misket sayar gibi kitap saymayı da gerekli görmüyorum: çünkü kurgunun sonu yok, ve daha büyük arayışlarınız varsa, tıkanacağı ve tükeneceği açık. Yaklaşık 200 yıldır, büyük yazarların klasiklerini okuyarak insanı, iç dünyasını, hezeyanlarını ve tekâmülünü öğrenmeye, takip etmeye çalıştı insanlık. Ancak bu kitap varlıklarının yaşamlarını kurgulayarak yazarlar, bir neviî insanın, yani kendilerinin aczlerini kırmaya çalışıyorlardı (Ahmet Altan'ın çarpıcı bir tespitini anımsarsak, " Kitap yazmak, insanın Tanrılığa en yaklaşt

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayınlandıktan sonra 2011 yılında hayata veda etmiş bir şair. Daha söyleyecek, yazacak çok şiirleri kaldı onda. Son kitabı Pu

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze