Ana içeriğe atla

Kuyucaklı Yusuf

Bir ilk roman olan Kuyucaklı Yusuf, şu cümleyle açılır.  

1903 senesi sonbaharında ve yağmurlu bir gecede Aydın'ın Nazilli kazasına yakın Kuyucak köyünü eşkıyalar bastılar ve bir karı kocayı öldürdüler.

Bu ilk cümleyle nasıl bir romanla karşı karşıya kaldığınızı tahmin edebiliyorsunuz: gerçekçiliğin tokat gibi çıplak ve acıların bir seferde yaşanıp bitivermesiyle içinizde isyanlar uyandıracak bir roman sizi bekliyor.

Tüm roman cinayet mahallinde ana babasının yanında sessizce, başparmağı kesik halde bekleyen bu çocuğu bir daha hiç anmadığı halde sürekli yaşatacak, okurun gözünün önüne getirecektir. Yusuf kendisini alıp evine götüren, onu bir oğul gibi büyüten Kaymakam'ın evinde yaşayacaktır.

İnsan ruhu ve duygularına, düşüncelerine dair yüzlerce betimleme ve tahlil okuduğum Proust'tan sonra Sabahattin Ali'nin gerçekçi, yalın, basit dili, bir bahar ayazında, öğle vaktindeki gök kadar temiz ve mavi göründü bana.

Edremit ve yaşadıkları muhit, Osmanlı yönetimi altında, savaş öncesinde yaşanan, ne var ki yönetimin varlığı sadece vergi toplamaya gelince bilinen, neredeyse ülke ve dünya olaylarından kopuk, kendi halinde, başıboş bırakılmışlığında bir Anadolu kentidir. Çevredeki insanlar, komşular, yaşlılar ve kent efendileri her biri fazla detaya girilmeden yeri geldikçe karşımıza çıkar ve eksiklerini bizler tamamlarız. Kimi bölümlerde bazı kişiler için verilen bilgiler, sanki yazarın önyargılarından ibarettir. Biz de o önyargılara kapılır ve o kişilere acır, onlara kızar ve nefret ederiz.

Yusuf, bu romanın basılmasından sonra üzerine yazılan eleştiri yazılarında en çok çözümlenmeye çalışılan karakterdir. Kimi eleştirmenlere göre gerçek bir Anadolu yiğidi, kimilerine göre çelişkili bir idealdir. Roman boyunca yüzlerce kere ismi geçmesine rağmen, pekçok şeyi dile getirmemesi, pek harekette bulunmaması nedeniyle hakkında somut kanıtlar anımsayamazsınız. Şurası bir gerçektir ki, olaylar karşısındaki suskunluk ve hareketsizlikleri sizleri ateş gibi bir redde sürükler, kalkıp romanın içine girivermek, birkaç kişiyi sarsmak, yüzlerine haykırmak istersiniz. Sabahattin Ali Yusuf'un hissettiği iç yangınını size hissettirerek ilginç bir başarıya imza atar, sizi hiç ilgilendirmeyen kişileri kurtarmak, sorunları düzeltmek istersiniz. Okula gitmeyip bir baltaya da sap olmadığı halde onunla aynı şeyleri sezer, onunla hemfikir olursunuz.

Romanda bazı noktalar çözülmeden bırakılır, kimi insanların akıbeti belli değildir, okurun aradığı adalet sağlandı mı bilinmez.

İlk cümledeki yalın acı gibi bir acıyla sonlanacaktır kitap. Ama yine ilk cümledeki gibi bir umutla da önü açılarak bitecektir.

Sabahattin Ali, Bütün Romanları
Eleştirel Basım, YKY/Delta Yay. 3. baskı, 
Mart 2010, s. 1-230.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Manifesto

Uzun süredir kendimde gözlediğim bir şeyi buraya yazmam gerekiyor; çünkü burayı kitap, seyahat ve itiraz yazıları alanım olarak 2009'dan beri işgal ediyorum. Ben artık, kurgusal edebiyat okuyamıyorum. Dünyada milyarlarca kitap var, her hafta binlercesi basılıyor, her gün yüzlerce sayfası yazılıyor. Dünyadan el etek çekip hepsini okumaya kalksak bile buna ömrümüzün vefâ etmeyeceği aşikâr, şurada yazdığım üzere, belleğimizin de ; dahası, çok çok çok okumayı, misket sayar gibi kitap saymayı da gerekli görmüyorum: çünkü kurgunun sonu yok, ve daha büyük arayışlarınız varsa, tıkanacağı ve tükeneceği açık. Yaklaşık 200 yıldır, büyük yazarların klasiklerini okuyarak insanı, iç dünyasını, hezeyanlarını ve tekâmülünü öğrenmeye, takip etmeye çalıştı insanlık. Ancak bu kitap varlıklarının yaşamlarını kurgulayarak yazarlar, bir neviî insanın, yani kendilerinin aczlerini kırmaya çalışıyorlardı (Ahmet Altan'ın çarpıcı bir tespitini anımsarsak, " Kitap yazmak, insanın Tanrılığa en yaklaşt

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayınlandıktan sonra 2011 yılında hayata veda etmiş bir şair. Daha söyleyecek, yazacak çok şiirleri kaldı onda. Son kitabı Pu

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze