Ana içeriğe atla

Sakarya'da Bir Akşamüstü

Kentlerin kalbi varsa, bu kentin kalbi çocukluğumdan beri geçip durduğum ama sanki yüzyıllardır oradaymış hissi veren Sakarya'da olmalı. İş yerimin ve evimin yerleri nedeniyle artık çok sık geçemesem de her yolum düştüğünde beni bir başka etkiler.

Bir akşamüstü, saatin akşam olmasına müsaade etmeyen bir güneşin eşliğinde sızlayan ayaklarım çıktı Sakarya yoluna. Sizi önce yoğun, yorgun nefesiyle karşılar burası. Nereye ne kadar lüks AVM'ler açılırsa açılsın, bu eski püskü yer hep kalabalıktır. Gelip geçen gençlik, ellerinde unutulmuş gazetelerle sağa sola seslenen gençlik, eskiden çöplerin yığıldığı şimdi kentsel dönüşüm ile yüzü yenilenen, estetik ameliyat geçiren binalar, sağda solda banklar hepsi de dolu, aşınmış heykeller... derken...

Bir insan heykel. Bir maden işçisini canlandırıyor. Çevresinde insanlar. Bir müzik. Ama biraz ilgisiz, pop müzik. Uyandırılmak istenen şey güç ve sabır ise, uymayan bir müzik. Biraz ilerleyince ileride bir sahne kuruluyor. Acaba ne konseri? 23 Nisan diye bir bez afiş gerilmiş. 23'ü geldi mi ayın?

Birkaç adım ileri. Bir insan heykel ve kalabalığı daha. Çiçek satan bir kadını canlandırıyor. Baştan aşağı gümüş boya ile spreylenmiş.

Neredeyse çarparak, tamamen alındığından sadece kalemle çizilmiş kaşlarının altından bakarak geçiyor bir genç kız. 

Şu kesin: elinizde Paşabahçe kutusu ve poşeti varsa, 40-50 yaş civarı hanımlar size daha uzun süre bakıyor.

Ben geri dönerken maden işçisi heykeli yer değiştirmişti, çalan müzik beni alıp 10 yıl öncesine götürdü, Yann Tiersen. La valse d'Amelie.

Bu müzik her zaman her yerde aynı etkiyi yaratır. Tüm algılarınızı açar ve rutin dışında bir şeyler yapma isteği doğurur. Bir anda anımsadığım filmin haşarılığı, umudu ve enerjisiyle yürürken, az ötemde bir çocuk görüyorum, eğilmiş babasının ayakkabısının bağlarını çözüyor, adam farkında değil birileriyle konuşuyor. Farketmese bari diye düşünürken yakalıyorum kendimi!

Müzikten uzaklaşmamak için yavaşlıyorum, işte onca etkinlik ve hazırlığın yaratmak isteyeceği içsel dürtüyü eski bir Fransız melodisi yaratıyor, birkaç tur daha dolanabilirim.

Ne var ki ayaklarım aynı fikirde değiller, müzik hafifledikçe ilham uzaklaşıyor, caddenin başında yıllardır duran taş heykelin önündeki kalabalık gitmiş, yerler güvercinlere kalmış. İki delikanlı taşlara oturmuş Urfa türküsü söylüyor, akordeon sesi uzaklara karışıyor.

Metro girişine yakın, tüm banklara aynı hisle oturan insanlar gibi ben de oturuyorum, fal bakıyoruz diyerek küçük kâğıtlar uzatan çocuğun yanından geçip; yıllardır o çocuk orada ve kâğıtlar uzatıyor.

Eskiden tam burada tek bir dönerci vardı, annem beni kardeşimle buraya getirirdi, ince bir ekmeğin içinde döner yerdik, yüksek masaları vardı, dar ve koyu ahşap, bar sandalyesi gibi boyumdan iki kat yüksekte. Herkes duvara dönüp yerdi, ben ikidebir arkamı dönerdim. Üstüne kazandibi. Annem gençti, ben çocuk. Sonra orayı yıktılar, başka bir restoran yaptılar, bir kere gittim; aradığı şeyi bulamayacak olan insanların kesin düş kırıklığıyla. Tek başımaydım ve yaşım on sekizdi, bambaşka bir yerdi, ben de bambaşkaydım artık.

Caddeyi geride bıraktım ve 10-15 yıl öncesinden geri döndüm bu yıla. Ama o yılları hâlâ içimde taşıyarak, onları örten perdeyi bir an kaldırıp bakmış olarak.

Yorumlar

  1. Serra hüzünlü yazmışın bu sefer,

    Hüzünlü ama yine özgün anlatımınla bir başka olmuş her zamanki gibi yazın.

    Bu geçmiş yılların anlatımında insanın hüzünlenmesi biraz da o yıllara tanıklığından olsa gerek…

    Yaşamında tüm günler sağlık ve mutluluk dolu olsun.

    Şencan Amcan

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikirlerinizi paylaşmaktan çekinmeyin!

Bu blogdaki popüler yayınlar

Manifesto

Uzun süredir kendimde gözlediğim bir şeyi buraya yazmam gerekiyor; çünkü burayı kitap, seyahat ve itiraz yazıları alanım olarak 2009'dan beri işgal ediyorum. Ben artık, kurgusal edebiyat okuyamıyorum. Dünyada milyarlarca kitap var, her hafta binlercesi basılıyor, her gün yüzlerce sayfası yazılıyor. Dünyadan el etek çekip hepsini okumaya kalksak bile buna ömrümüzün vefâ etmeyeceği aşikâr, şurada yazdığım üzere, belleğimizin de ; dahası, çok çok çok okumayı, misket sayar gibi kitap saymayı da gerekli görmüyorum: çünkü kurgunun sonu yok, ve daha büyük arayışlarınız varsa, tıkanacağı ve tükeneceği açık. Yaklaşık 200 yıldır, büyük yazarların klasiklerini okuyarak insanı, iç dünyasını, hezeyanlarını ve tekâmülünü öğrenmeye, takip etmeye çalıştı insanlık. Ancak bu kitap varlıklarının yaşamlarını kurgulayarak yazarlar, bir neviî insanın, yani kendilerinin aczlerini kırmaya çalışıyorlardı (Ahmet Altan'ın çarpıcı bir tespitini anımsarsak, " Kitap yazmak, insanın Tanrılığa en yaklaşt

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayınlandıktan sonra 2011 yılında hayata veda etmiş bir şair. Daha söyleyecek, yazacak çok şiirleri kaldı onda. Son kitabı Pu

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze