Tamamen kapağından etkilenip yazarın da Zweig olduğunu görünce bir saniye içinde sipariş ettiğim kitap, Olağanüstü Bir Gece. Can Yayınları'nda iken sadece Satranç, Dünün Dünyası, Amok Koşucusu gibi eserlerini görürdük, ve Marie Antoinette, Joseph Fouche, Balzac, Macellan gibi biyografik eserlerini. Artık yaşamayan bir yazar olmasına rağmen yaşayan yazarlara göre kendisine çok daha fazla üretkenlik mâl edilmiş durumda.
Bu yazıyı yazdığım günden bir gece önce Zweig'ın Mecburiyet isimli kitabını da bitirmiştim, ve bu kitabın da, Mecburiyet'in de, aslında kendi otoportreleri olduğunu düşünüyorum. Herkesin biyografisini bilmeceler çözercesine yazmış olan Zweig'ın kendi portresini birkaç parça halinde farklı eserlerine koyarak bizlere kendisiyle ilgili bir bilmece bıraktığını da iddia edebilirim.
Olağanüstü Bir Gece'de, varlıklı bir ailenin tek mirasçısı olan seçkin bir burjuvanın, rahatlık ve tasasızlık içinde hayattan, bir şeyler hissedebilmekten nasıl koptuğu tasvir edilir, kitabın en müthiş betimlemeleri de bence buradadır. Herkesin düşlediği lüksün, rahatlığın bahşedilmesiyle insanın yaşamdan kopma noktasına gelmesi.... Hiç de şaşırtıcı olmayabilir. Varoluş yapısı nedeniyle aslında tasalanmaya, zorluklar çekmeye, sıkıntılarla boğuşmaya, eksiklikler ile sınanmaya ve böylece canlı, güçlü kalmaya insan ihtiyaç duyar - ne kadar inanılmaz geliyor değil mi?
Aydınlanmalar için duygusal travmalar mutlaka gereklidir, bu kitap da aynı çizgiyi izliyor. Kitabın arka kapağında geçen "burjuva ahlâkından saparak işlenen suç", "kötücül ve ateşli hazları olmak" gibi tanımlamalar bence gerçeği tam olarak yansıtmıyor, belki yazar da sağ olsaydı böyle bir metne itiraz ederdi. Zweig'ın döneminde belki bu subayın girişimde bulunduğu şey bir suç sayılıyordu, ancak daha da önemlisi, subayın kendine olan saygısına yönelik büyük bir suç olmasıydı.
Dün gördüğüm ve çok beğendiğim bir sözü kitabın sonuna da, bu yazının sonuna da yakıştırmadan edemedim...
Bu yazıyı yazdığım günden bir gece önce Zweig'ın Mecburiyet isimli kitabını da bitirmiştim, ve bu kitabın da, Mecburiyet'in de, aslında kendi otoportreleri olduğunu düşünüyorum. Herkesin biyografisini bilmeceler çözercesine yazmış olan Zweig'ın kendi portresini birkaç parça halinde farklı eserlerine koyarak bizlere kendisiyle ilgili bir bilmece bıraktığını da iddia edebilirim.
Olağanüstü Bir Gece'de, varlıklı bir ailenin tek mirasçısı olan seçkin bir burjuvanın, rahatlık ve tasasızlık içinde hayattan, bir şeyler hissedebilmekten nasıl koptuğu tasvir edilir, kitabın en müthiş betimlemeleri de bence buradadır. Herkesin düşlediği lüksün, rahatlığın bahşedilmesiyle insanın yaşamdan kopma noktasına gelmesi.... Hiç de şaşırtıcı olmayabilir. Varoluş yapısı nedeniyle aslında tasalanmaya, zorluklar çekmeye, sıkıntılarla boğuşmaya, eksiklikler ile sınanmaya ve böylece canlı, güçlü kalmaya insan ihtiyaç duyar - ne kadar inanılmaz geliyor değil mi?
Aydınlanmalar için duygusal travmalar mutlaka gereklidir, bu kitap da aynı çizgiyi izliyor. Kitabın arka kapağında geçen "burjuva ahlâkından saparak işlenen suç", "kötücül ve ateşli hazları olmak" gibi tanımlamalar bence gerçeği tam olarak yansıtmıyor, belki yazar da sağ olsaydı böyle bir metne itiraz ederdi. Zweig'ın döneminde belki bu subayın girişimde bulunduğu şey bir suç sayılıyordu, ancak daha da önemlisi, subayın kendine olan saygısına yönelik büyük bir suç olmasıydı.
Dün gördüğüm ve çok beğendiğim bir sözü kitabın sonuna da, bu yazının sonuna da yakıştırmadan edemedim...
"Mutluluğun bilimi üzerinde 15 yıl çalıştıktan sonra, özetim şu: Biz başkalarına verdiğimiz zaman, özen gösterdiğimiz, paylaştığımız ve merhamet gösterdiğimiz zaman mutluluk en çok bizimle. Yaşamımızı daha ulvî bir amaç ile yaşadığımızda, ve başkalarına gösterdiğimiz özen kendimize gösterdiğimiz ile dengeli olduğunda." (Emma Seppälä)
Olağanüstü Bir Gece
Stefan Zweig
çev. İlknur İgan
türkiye İş bankası Kültür Yayınları
11. basım, 69 sayfa
İşbu Web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na tabidir ve içeriğine ilişkin her türlü yazı içeren bilgi-belge ve her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları blog yazarına aittir. İşbu web sitesinin içeriği, sitede kullanılan her türlü yazılı malzeme Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve Türk Ceza Kanunu kapsamında korunmaktadır.
Sitede yer alan bilgilerin çoğaltılması, başka bir lisana çevrilmesi, saklanması veya işleme tutulması da dahil, blog yazarının önceden yazılı iznine tabidir. Bu sebeple bu sitede yer alan metinler kısmen veya tamamen sahibinin yazılı izni olmadan hiçbir şekilde, çoğaltılamaz, yayınlanamaz, kopyalanamaz, sunulamaz ve aktarılamaz. Sitenin bütünü veya bir kısmı diğer bir Web sitesinde izinsiz olarak kullanılamaz.
Yorumlar
Yorum Gönder
Fikirlerinizi paylaşmaktan çekinmeyin!