Ana içeriğe atla

Pandemi Okumaları: Kur'an ve Sünnete Göre Tasavvuf (I)- Y.N. Öztürk

Mart'ın ilk haftasıyla birlikte evde izolasyona başladığımızda geçen yıl aldığım ancak büyük boyutu sebepli kitaplığa sığmayıp başka bir dolapta unuttuğum bir kitaba başladım. Oldukça eski bir baskı, satırlar daktilo harfleriyle, hizaları bozularak basılmış.

Tasavvuf yeni/alternatif bir din gibi, moda edebî akımlarla çok-satan olma garantisi altında topluma sunulmuş olduğu için bu konudaki kısıtlı bilgimi ve önyargılarımı sağlam bir kaynaktan okuyarak temizlemem gerektiğini düşünüyordum. Bu, tasavvufa sağdan soldan bulaşmış, kendisi ya da akrabaları bu konularda yer almış, kelimelerle misketler gibi oynayan kişilerin kaleminden olmamalıydı, daha ziyade, konunun dışındaki bir bilim insanının araştırması olmalıydı.

Tasavvuf, İslâmî (veya diğer semâvî dinlere ait) hakikatlerden kaçmak için daha eğilip bükülebilen, daha romantik, daha tarz bir kalıp olarak tanıtıldı yıllarca. Tıpkı kişisel gelişim metotlarının, Yaratıcı'nın kelimeleriyle yüzleşemeyerek ferahlamak isteyenlere sonsuz miktarda seçenek sunması gibi, tasavvuf da bir yeni dekorasyon metodu gibi sunuldu, her tarafından çekiştirildi. O hâlde bu konuda kapsamlı bir araştırma eseri okuyarak, ayetteki gibi, "Belki, hakikate biraz daha yaklaşmayı" umuyorum. Ve bilmediğim şey hakkında katı, inatçı ve sağır olarak devam etmemek için bu okumayı önemli buluyorum.

Kitabın en sonunda edinmiş olduğum bir gözlemi burada en başta yazmak istiyorum: bu bilgileri, farkındalıkları öğrenmek, içselleştirmek için sûfî olmaya, bir noktaya varmaya niyet etmek gerekmiyor. Aşağıda yazacağım tüm kavramlar, hayatın size getireceği ve onları karşılamakta kullanacağınız hakikatlerden başka şeyler değiller. Bunları öğrenmek, hayatın önümüze çıkardıklarını karşılamakta daha bilinçli olmayı kolaylaştıracaktır. Bu sebeple hakiki tasavvuf, hayattan, Kur'an veya sünnetten ayrı bir alan değil; tam olarak onların içindedir.


Yaşar Nuri Öztürk'ün erken dönem (henüz Yrd. Doç. unvanıyla, 1985) eserlerinden biri olan bu kitap ilk olarak Tasavvuf'un tanımı, kelime kökenleri ve geçmiş dönemlerdeki tanımlarıyla başlıyor. Çok isabetli tespitlerle: tasavvuf zannedildiği gibi geç dönem meyhanelerinde yazılmış birkaç mısradan doğmamıştır. Dolayısıyla birkaç şaire has bir görüş değildir.

"Tasavvufu anlatan sûfî değildir. Esas tasavvuf, tasavvufu anlatamaz hâle gelmektir." D. el-Kebîr

O hâlde tasavvufu betimlediğini iddia eden herşeye kuşkuyla bakabiliriz. Bunun ardından gelen "Tarifler" ancak uzun bir seçkidir, ve kesinlik iddiaları yoktur. Bu bölümü "Gâye" kısmı takip eder. Ve bir gaye olarak, Peygamber varisi insan yetiştirmek esas alınır:
"Peygamberimiz (s.a.v.) din, devlet ve ruh liderliğini kendinde toplamıştı, ancak vefatı ile devlet reisliği yetkisini halifeler, fıkhî yetkiyi fukaha zümresi, ruhî ve mistik eğitim yetkisini de bir başka grup elinde tutacaktır."
Bunun ardından geniş bir bölüm olarak, "Kur'an ve Sünnetin Verileri" başlar. "Tasavvufun Fert ve Topluma Bakışı" bölümü, çok-satan romanlardaki sunumlardan ne kadar farklıdır! İnsan bilmecesi, yabancılaşma, hürriyet gibi hiç beklenmedik kavramlar karşımıza çıkar. Ve ardından, az çok bildiğimiz, "kendine yolculuk, benliğin tafsiyesi, bunun usul ve adapları, merhaleler, nefse yönelik Kur'an öğretileri, ve kendine dönüşün ardından toplum içine çıkış". Bu noktada, devamlı uzlete çekilme, bir ömür itikaf, toplumdan soyutlanarak hayatını ruhbaniyet ile geçirmek yerilmiş ve topluma karışmak, ona hizmet övülmüştür. Yani topluma karışan sûfî, bir şahsa hizmet etmez edemez, halkın iyiliğine kendini vakfeder, hakikati dile getirir, örnek olur, kendi çıkarını hesap etmez, övgü ve yergiler ona nüfuz etmez.


Bu yolda bir bilinç sahibi olmak için şu bilgilere hâkimiyet lazım gelir: nefsin sıfat ve özellikleri (çünkü kendimizi tanımıyoruz), tevbe ve yeniden doğuş (çünkü rahmeti tanımıyoruz), tevbe merhaleleri (çünkü tevbeyi ve daha da iyi olmayı tanımıyoruz).

Tasavvuf, Hristiyanlıktan bilindiği kadarıyla, nefsin yok edilmesi olmayıp, onu kontrol altına almak ve cevherindeki gücü hakiki işlere doğrultmayı amaç edinir. Asr-ı Saadet'ten bu yana tüm uygulamalar bunu amaç edinmiştir. Nefsin dayanıklılığını artırmak için onu zorluğa sürmek olan riyâzetin, illâ ki kapalı odalarda çile çekmek değil, günümüzde doğrudan insan içine karışıp hakikati söyleyebilmek, içi dışı bir yaşamak olduğu da söylenebilir.

Nefse müdahalede olgunlaşabilme için ıstırap konusuna da açıklık getiriyor Y.N. Öztürk: "nihaî bedbahtlığın olmadığı ama takamülün gerçekleştirilmesinin önemi"ni unutmamak. Günümüz dünyasının devamlı bir mutsuzluk, acı, haksızlıklar kaynağı olup yerilmesinin de romantik bir moda, sanatsal ilham ve daha kötü durumlara insanı hazır tuttuğu zannı: kendine yolculuk olmadan, kuru bir dünya yergisinin bizi hiçbir şeye hazır tutmadığını da bilmek gerekiyor. Nitekim Kur'an'ın yerdiği şey dünya değil, bir bağımlılık olarak dünyevî hayattır, hiç ölmeyecek gibi yaşamak, biriktirmek, hesap yapmaktır, oysa üzerinde yaşanan yer olarak "arz" kelimesini kullanır, ve doğadaki, gökteki, besin ve hayvanlardaki güzellikler, mucizeler ayetlerle tekrarlanır, fark edilmeleri istenir.

Burada ısıtrap türlerini sınıflandırarak ve ayetler ile tanımlayarak çok önemli bir noktaya geliyor kitap: belâ-ibtilâ, imtihan, fitne ve musîbet. Bunların hepsini birbirinin yerine kullanarak büyük hata yapıyoruz. Kur'an'da bu kelimeler kendi anlamları ile yer almıştır ve seçilme sebepleri üzerinde düşünmek gerekir.

Sabır, bu konuların olmazsa olmaz anahtarı, tevekkül ve rıza da, yine hepsini aynı zannederek hata etmişiz. Zikri televizyonlardan gördüğümüz birtakım bilinçsiz tekrarlar zannederken, aslında Allah ile aralıksız birlikte olma şuuru olduğunu burada öğreniyoruz. Bu demektir ki, sokakta yürürken de zikir içinde olabilirsiniz: uçan kuşlara, dağılan bulutlara, esen rüzgâra, taşlar arasından fışkıran çiçeklere bakarken de bu şuuru yakalayabilirsiniz.

Hayatta önemli bir değer arz etmesi gereken samt (nefsin konuşmak istediği yerde sükut, susmak istediği yerde konuşmak) ve bir hayat tarzı ve değer ölçüsü olarak takva da atlanmamış. Nihayetinde zühd, bunun kapsamındaki tüm fedakârlıklar: başkalarının elindekine karşı, dünyaya karşı, hâl, söz ve fiillerde zühd. Yani elindekini vermek (paylaşım, infâk etmek), başkalarındakini (mal mülk aile soy neseb güç makam vb) istememek, onlara heves etmemek, şöhret ve itibar hevesini terketmek. Zühdün getirdiği hürriyet, yine ayetler, hadisler ve rivayetlerle anlatılmış. Bu kavramlar ilk aşamada elbette cömertlik ve cimriliğin düşünülmesini de gerektirir. Yine zenginlik ve fakirliğin de, her birine birer bölüm ayırmış Öztürk. Ardından, infak (Allah için vermek), isâr (önce başkalarını düşünmek) ve son aşamada şefkat (yalnız başkalarını düşünmek), üç aşamada bize önemli bir şey öğretiyor: tek bilinen yükümlülüğün zekât ve birkaç ele sıkıştırılan sadaka zannedildiği günümüzde. Bunlar toplumu, bireylerini birbirine bağlayarak sımsıkı hale getiren fillerdir.


(devamı 2. yazıda)

Kur'an-i Kerim ve Sünnete Göre Tasavvuf
Yrd. Doç.Dr. Yaşar Nuri Öztürk
Esma Yayınları İstanbul
2. baskı, 1985
500 sayfa


Bu Web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na tabidir ve içeriğine ilişkin her türlü yazı içeren bilgi-belge ve her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları blog yazarına aittir. İşbu web sitesinin içeriği, sitede kullanılan her türlü yazılı malzeme Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve Türk Ceza Kanunu kapsamında korunmaktadır.
Sitede yer alan bilgilerin çoğaltılması, başka bir lisana çevrilmesi, saklanması veya işleme tutulması da dahil, blog yazarının önceden yazılı iznine tabidir. Bu sebeple bu sitede yer alan metinler kısmen veya tamamen sahibinin yazılı izni olmadan hiçbir şekilde, çoğaltılamaz, yayınlanamaz, kopyalanamaz, sunulamaz ve aktarılamaz. Sitenin bütünü veya bir kısmı diğer bir web sitesinde izinsiz olarak kullanılamaz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Manifesto

Uzun süredir kendimde gözlediğim bir şeyi buraya yazmam gerekiyor; çünkü burayı kitap, seyahat ve itiraz yazıları alanım olarak 2009'dan beri işgal ediyorum. Ben artık, kurgusal edebiyat okuyamıyorum. Dünyada milyarlarca kitap var, her hafta binlercesi basılıyor, her gün yüzlerce sayfası yazılıyor. Dünyadan el etek çekip hepsini okumaya kalksak bile buna ömrümüzün vefâ etmeyeceği aşikâr, şurada yazdığım üzere, belleğimizin de ; dahası, çok çok çok okumayı, misket sayar gibi kitap saymayı da gerekli görmüyorum: çünkü kurgunun sonu yok, ve daha büyük arayışlarınız varsa, tıkanacağı ve tükeneceği açık. Yaklaşık 200 yıldır, büyük yazarların klasiklerini okuyarak insanı, iç dünyasını, hezeyanlarını ve tekâmülünü öğrenmeye, takip etmeye çalıştı insanlık. Ancak bu kitap varlıklarının yaşamlarını kurgulayarak yazarlar, bir neviî insanın, yani kendilerinin aczlerini kırmaya çalışıyorlardı (Ahmet Altan'ın çarpıcı bir tespitini anımsarsak, " Kitap yazmak, insanın Tanrılığa en yaklaşt

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayınlandıktan sonra 2011 yılında hayata veda etmiş bir şair. Daha söyleyecek, yazacak çok şiirleri kaldı onda. Son kitabı Pu

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze