Ana içeriğe atla

Yakalanan Zaman

Benimle birlikte Amerika'nın topraklarını, okyanusun göğünü, Ege kıyılarını, Anadolu'nun göbeğini dolaşan Kayıp Zamanın İzinde serisinin ikinci cildinin kapanış sahnesidir bu son kitap. Bir buluşmadır, bir kesişmedir ve bir düğümleniştir.

Yalnızca ismi bile kendisi için aslında en büyük engeli oluşturur; büyük bir beklentiyle açarsınız ilk sayfasını, çünkü Zaman, asla yakalanamadığı için durdurulamaz ve insanoğlunun en büyük dertlerinden biridir.

Yanına hapsettiği Albertine'in yitişinin ardından, hakkında pek de bir şey bilmediğiniz Birinci Dünya Savaşı'nın yaklaşan havası siner Paris'in üzerine; ve nihayetinde gelip Avrupa'nın kapısını çalar. Hayır, sanmayın ki savaş felâketlerinin, tıpkı zihninizde canlandığı gibi kentlerdeki yıkımını, halk üzerinde yarattığı kıyımı okuyacaksınız. Tam tersine. Savaşı, sadece insanların fikirleri üzerinden takip edeceksiniz, bu ilginç bir yaklaşımdır; sinemanın ve savaş hikâyelerinden beslenen tüm sanatların ilk adımda denediği yıkım ve vahşeti ilk plandan göstermek yerine, daha soyut, daha alışılmadık bir yöntemdir. 

Ve Savaş, sanki öyleymiş gibi, sessizce biter, bitişiyle birlikte önemi biraz daha kırılan asil sınıf ile biraz daha yükselen orta sınıfın birbirine nasıl geçmeye başladıklarını okursunuz. Tıpkı ilk kitaplarda insanlar at arabalarıyla ziyaret yaparlarken, son kitapta artık her yere arabayla gidilmesini okuduğunuz gibi. Kayıp Zamanın izini sürerken, aslında o da sizi izler.

Yazar, savaşın sonunda, tedavi için yıllarca kaldığı bir klinikten Paris'e döndüğünde çağrıldığı bir davete katılmaya karar verir ve yolda bir trafik kazası atlatır; bir anda, kendisini alıp Geçmiş'e götüren bir his doğar içinde. Eve girdiğinde, benzer bir deneyim daha yaşar, bu kez Zaman, eline aldığı bir peçetenin dokusundan, duyulan tabak-çatal seslerinden ona göz kırpar. Bu hisler çok hızlı kaybolurlar ve onları yakalamak için yapabileceği tek şeyin, bunları yazmak olduğunun farkına varır. Eğer istersek, geçmişimize dair her âna, her an dokunabileceğimizi gösterir bize.

Salona girmesiyle beraber, Son'a yaraşır bir mizansenle karşılaşırız, bu bir kıyafet balosudur ve insanlar yüzleri makyajlı, perukalı halleriyle tanınmaz durumdadır. Zamanın izlerini gizleyen ya da pekiştiren tuhaf kılıklardır bunlar. Sosyete ve belleği değişmiş, bir zamanların suçluları ve yosmaları el üstünde tutulur olmuş, gerçek sanatçılar yitirilmiş; Ölüm bir insana ne olduğu hatırlandığı için neredeyse bir lütuf haline gelmiştir. Aslında bu okuduklarınız, hayatın size neler getirebileceğine dair olasılıklardır. Kitabı okurken, aslında kendinizi okursunuz.

En sonunda, Zaman'la ilgili alışılmadık, yeni ufuklar açan izlenimlerini paylaşır sizinle, bu kavram zihninizde tamamen yenilenmiş olarak eseri bitirirsiniz.




Marcel Proust, Yakalanan Zaman - Kayıp Zamanın İzinde II. cilt, 
s. 2781-3133, Temmuz 2010. 
çev. Roza Hakmen, YKY/Delta Yayınları.

Yorumlar

  1. Senin yorumların sayesinde dün İdefix'den bu kitabın iki cildinide sipariş verdim.Nasıl okurum bilmiyorum ama çok merak ettim:)

    YanıtlaSil
  2. En sevdiğin kitap bu olsun umarım:) Bir harikasın sen.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikirlerinizi paylaşmaktan çekinmeyin!

Bu blogdaki popüler yayınlar

Manifesto

Uzun süredir kendimde gözlediğim bir şeyi buraya yazmam gerekiyor; çünkü burayı kitap, seyahat ve itiraz yazıları alanım olarak 2009'dan beri işgal ediyorum. Ben artık, kurgusal edebiyat okuyamıyorum. Dünyada milyarlarca kitap var, her hafta binlercesi basılıyor, her gün yüzlerce sayfası yazılıyor. Dünyadan el etek çekip hepsini okumaya kalksak bile buna ömrümüzün vefâ etmeyeceği aşikâr, şurada yazdığım üzere, belleğimizin de ; dahası, çok çok çok okumayı, misket sayar gibi kitap saymayı da gerekli görmüyorum: çünkü kurgunun sonu yok, ve daha büyük arayışlarınız varsa, tıkanacağı ve tükeneceği açık. Yaklaşık 200 yıldır, büyük yazarların klasiklerini okuyarak insanı, iç dünyasını, hezeyanlarını ve tekâmülünü öğrenmeye, takip etmeye çalıştı insanlık. Ancak bu kitap varlıklarının yaşamlarını kurgulayarak yazarlar, bir neviî insanın, yani kendilerinin aczlerini kırmaya çalışıyorlardı (Ahmet Altan'ın çarpıcı bir tespitini anımsarsak, " Kitap yazmak, insanın Tanrılığa en yaklaşt

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayınlandıktan sonra 2011 yılında hayata veda etmiş bir şair. Daha söyleyecek, yazacak çok şiirleri kaldı onda. Son kitabı Pu

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze