Ana içeriğe atla

Budala!

budala    Ar. budal¥
sf. 1. Zekâca geri olan (kimse), alık: “Biz ondan yaşlı üç akıllı bu budalaya inandık.” -H. R. Gürpınar. 2. Ahmak, bön: “Kendisi için bu budalaların arasında bir dakika geçirmek artık bir asır kaybetmeye müsaviydi.” -Ö. Seyfettin. 3. mec. Bir şeye aşırı düşkün: Kibarlık budalası.

Bu kitabı daha bitirmeden, 1-2 kez yazmaya yeltendim. Okumaya başlarken, Sunuş Karşıtı Bir Yazı da yazmıştım.

Daha bitirmeden yazma isteğini bana, romandaki en önemli kadın karakter olan Nastasya Filippovna Baraşkova verdi. "Dostoyevski'nin en unutulmaz kadın kahramanı Nastasya Filippovna'yı yarattığı bu eşsiz roman..." diye yazıyor arka kapağında. Sanıyorsunuz ki tüm roman boyunca her satırda bu kadın var. Yanıldınız. Neredeyse pekçok satırda yok; ama aslında tüm satırlardaki şahsiyetlerin kimliklerine sızmıştır Nastasya Filippovna. Onun algılarını, kararlarını, kitaptaki pekçok kişiyle birlikte siz de çözmeye çalışacaksınız.

Bu kitaptaki aşk, okuyageldiğiniz, bilegeldiğiniz aşklara hiç benzemez, diyerek bile sizi o kalıplardan, klişelerden kurtaramam, bu kalıp-dışılıktan bahseden sözler bile kalıp olmuşlardır artık. Bu kitaptaki aşk ne bir kavuşamama, ne bir kavuşmadır, ne bir sevgi yumağı, ne de bir nefret düğümüdür; belli kişiler arasında bile denemez üstelik, ama hayatlara, vazgeçişlere mâl olur; herşey bir anda değişir, okuyucu o fikirden bu yemine atılır durur. Herşey son derece basit, bir o kadar da hayatîdir, herkes birbirlerinin yaşamını etkileyecek mini mini sözcükler, hareketler, kararlarla yoğrulmaktadır.

Ve bu kitap, bir aşk romanı olmadığı halde, aşkı içine çok güzel sindirmiş bir romandır. Yurtdışından dönen Lev Nikolayeviç'in akıllarınıza durgunluk veren tuhaf kişiliği - aslında güzel bir insandır, unutulmuş bir güzelliktir bu, ama okunduğu çağın gerekliliklerine göre tuhaf, deli, aptal veya enayi olarak düşünülebilir- ve çevresindeki insanların kendi hayatlarına onu kabul edişleri, edemeyişleri, sizin de kendi tanıdıklarınıza benzeyen sıradan Rus insanlarıyla geçen birkaç aydan bahsedilir.

Şimdilerde edebiyatta ilginçlik adına ne kadar kabul edilemez tuhaflık bir araya getiriliyorsa, sıradanlıkla örtülü tuhaflıkların anlatıldığı bu roman onlardan daha gerçeğe yakındır. Okurken 'olamaz bu!' diye söylendiğiniz anlarda, romanın başlığına geri dönmenizi öneririm; böylece alıklık hakkındaki kısacık, düşünmeye değmez önyargılarınızı kâh yıkacak, kâh sağlamlaştıracaksınız. Bir alık olarak nitelenen Nikolayeviç çoğu bilgeden daha fazla düşünceye sahip, aşkı konusunda daha da saftır. Daha da ilginci, bu coşkulu insana çevresindekilerin davranış biçimidir, kimileri yaltaklanır hainlik ederken kimisi reddeder, kimisi âşık olur, kimi saygı duyar, kimi gelir içini döker, aslolan budalanın kendisi değil bence çevresindekilerdir. Budala olmayan çevresindekilerin düştükleri durumlar daha da düşündürücüdür.

Zaman zaman, bu budala bir prens değil de bir peygamber, ya da günümüzdeki güç sahibi patronlardan biri olsaydı bu anlatılar anlamını yitirmeden aynen yerine konulabilir miydi, diye düşünmeden edemedim. Evet konulabilirdi. Ve hiçbir anlamsızlık oluşmazdı. Romanın en önemli yönü bu bana göre. 1860'ların Rusyası ile yaşamış, mezara gitmiş bir metin değil. Bu anlatıyla toplum, farklı kişilere olan bakışını, ikiyüzlülüğünü her zaman sorgulayabilir, eleştirebilir.


Budala, Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Liza Knapp'ın Önsözüyle
çev. Mazlum Beyhan
711 sayfa, İletişim Yayınları, 2003, İstanbul.
Dizi editörü: Orhan Pamuk 


Yorumlar

  1. Bu kitap için Dostoyevski'nin çağının çok ötesinde bir yazar olduğunun ve aslında 1860'lardan günümüze değişen hiçbir şey olmadığının en önemli kanıtı diyebiliriz miyiz? Okumadım fakat mutlaka okunacaklar listemde artık ne zaman sıra gelirse.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet hem de nasıl. Günümüzde de budalalar ve onları budala yerine koyduklarını düşünen daha da budalalar var. Sadece budalalar daha az, hinler daha çok. İnsanoğlu değişmedi, hep aynı.

      Sil

Yorum Gönder

Fikirlerinizi paylaşmaktan çekinmeyin!

Bu blogdaki popüler yayınlar

Manifesto

Uzun süredir kendimde gözlediğim bir şeyi buraya yazmam gerekiyor; çünkü burayı kitap, seyahat ve itiraz yazıları alanım olarak 2009'dan beri işgal ediyorum. Ben artık, kurgusal edebiyat okuyamıyorum. Dünyada milyarlarca kitap var, her hafta binlercesi basılıyor, her gün yüzlerce sayfası yazılıyor. Dünyadan el etek çekip hepsini okumaya kalksak bile buna ömrümüzün vefâ etmeyeceği aşikâr, şurada yazdığım üzere, belleğimizin de ; dahası, çok çok çok okumayı, misket sayar gibi kitap saymayı da gerekli görmüyorum: çünkü kurgunun sonu yok, ve daha büyük arayışlarınız varsa, tıkanacağı ve tükeneceği açık. Yaklaşık 200 yıldır, büyük yazarların klasiklerini okuyarak insanı, iç dünyasını, hezeyanlarını ve tekâmülünü öğrenmeye, takip etmeye çalıştı insanlık. Ancak bu kitap varlıklarının yaşamlarını kurgulayarak yazarlar, bir neviî insanın, yani kendilerinin aczlerini kırmaya çalışıyorlardı (Ahmet Altan'ın çarpıcı bir tespitini anımsarsak, " Kitap yazmak, insanın Tanrılığa en yaklaşt

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayınlandıktan sonra 2011 yılında hayata veda etmiş bir şair. Daha söyleyecek, yazacak çok şiirleri kaldı onda. Son kitabı Pu

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze