Ana içeriğe atla

İnsancıklar

İki adet alıntı sunuyorum sizlere. Birincisi,

Ah şu masalcılar! Yazacak yararlı, hoş, kişiye haz veren bir şey bulamazlar da, ne kadar pislik varsa dökerler ortaya! Yetkim olsa yazmayı yasak ederdim onlara! Ne biçim şeylerdir yazdıkları? Okurken ister istemez düşünüyor insan... Kafasını kaşıyor. İnan olsun yasak ederdim onlara yazmayı! Basbayağı yasaklardım. (Kn. V. F. Odeyevski)
Bu da diğeri;

Ah şu hikayeciler yok mu!... Faydalı, hoş, ruh okşayan yazılar yazmazlar da, şunu bunu karıştırıp, ortaya dökerler. Elimden gelse, topunun yazı yazmasına engel olurdum. Nedir bu, okursun, okursun... alır seni bir düşünce... Aklına saçmasapan şeyler gelir. Vallahi, yazdırtmazdım bunları, hepsini yasak ederdim. (Prens V. F. Odoyevski)

Dostoyevski'nin İnsancıklar romanı bu metinle açılıyor. Ancak iki farklı çevirmenle, metnin hangi noktalara gideceğini göstermek istiyorum. Bu incecik kitabın bana edebi çeviri'nin neredeyse çevirmenin edebiyatı olduğunu farketmemde faydası oldu. Rusça bilmem, aslını kendi dilinde okuma ihtimalim zayıf, öyleyse alıp okuduğunuz bir kitabın, aslen bambaşka anlamlara gelebileceğini ve bu anlamların, çevirmenin insafına kalarak yok olabileceğini göz önüne almanız gerekiyor.

Bir çevirmen, niye "şunu bunu" veya "pislik" kelimelerini seçer? Hepsi aynı kapıya çıkıyor, gibi bir bahaneye sığınmak olanaksız burada. Elimden gelse ile, Yetkim olsa, aynı şey midir? Masalcı ile hikayeci, aynı olabilir mi? Kafanızda bambaşka şeyler canlanır.

İnsancıklar'ı önce M. Zorludağ, ardından E. Altay'ın çevirisinden okudum. Her ikisinde de aklıma yatmayan noktalar var. Dostoyevski'yi bir anda büyük üne kavuşturan, ancak bugün en büyük yapıtı olarak nitelemeyeceğimiz bu ilk romanın her iki çevirisi de içime sinmedi. Zorludağ'ın çevirisinde kendinden romana katıştırdığı, zaten romanın temelinin dayandığı ama böylelikle iyice katmerlenen acıma'dan hoşnut olmayarak Altay'ın çevirisini aldım elime. Ancak onda da, bazı dilbilgisi hataları gördüm -Dostoyevski'nin kendi hataları olup bilerek bırakılmışlar mıydı, anlayamadım; çünkü Altay'ın çevirisinden okuduğum Karamazov Kardeşler, Cinler ve Budala'da hiç böyle hatalara rastlamamıştım.

Öncelikle; iki çeviride de bazı isimler birbirinden farklılaşıyor. Yukarıdaki iki alıntı da aynı kişiye aittir. Ama soyadı ve unvanında birlik yoktur iki çeviri arasında. Rusça'da herkesin baba adıyla ilgili bir soyadı, küçüklük adları gibi özellikler olunca, isimleri doğru ezberlemeniz önem taşıyor ve böyle ikilikler işinizi zorlaştırıyor. Bunun üzerinde fazla durmayalım.

İkincisi, acımanın bol miktarda bulunduğu bu eserde, Allah kelimesinin sürekli olarak geçmesi; anılan kişilerin Müslüman olmadıkları kesin olduğu halde, İslam'la bütünleşik bazı yapılar göze çarpıyor; Allah rızası için, vb. Bu konu beni hep düşündürmüştür; bir yapıt, çevrildiği dildeki dini kavramlara da evrilmeli midir? Örneğin Tanrı seni korusun, gibi bir söz öbeği yerine, Allah'a emanet ol, veya İbranice'ye çeviri yapılıyorsa, Yahudi inancında geçen kutsal isimler mi seçilmelidir? Edebi çevirmenlik tabii ki birebir teknik çevirmenlik değil ancak yapıtın yarattığı koşullar ve toplum özelliğine uygun düşünülmeli gibi geliyor. Kutsal isimleri değiştirmek aslında çeviriyi okuyan kişinin inancında bir yara açacak değildir, sadece kültürel olarak metnin içinde ilgisiz durur.

Bir fikir vermesi için, romanda M. Devuşkin, 'sizi yarın kilisede görebileceğim' diye mektup yazar, oysa aynı mektubunda bol miktarda Allah kelimesi de geçmektedir. Bu roman İngilizce'ye çevrilirken olasılıkla Lord veya God kelimeleri kullanılmıştır.

İyi bir örnek; Bin Muhteşem Güneş romanında, Allah veya Rab yerine Tanrı yazılmamıştır, o da Türkçe'ye bir çeviridir ve bahsedilen toplum ve kişiler Müslümandır. Bu roman da dünyada onlarca dile çevrildi, acaba Lord veya God kelimeleri mi kullanıldı? Pek olası görünmüyor. Kişilerin isimleri Arapça iken, herhalde Avrupai kutsal isimler seçilmemiştir.

Üçüncüsü, ilk çeviride görünmeyen ve sık karşıma çıkan bir hata. Bir soru cümlesinin bitmesinin ardından, sanki o cümlede yer alması gerekirken ayrı bırakılmış isimler. Örneğin, "Böyle mi olması gerekiyor? Varvara Alekseyevna." gibi. Birkaç kere karşınıza çıkıyor. İç sesinizi uyduramıyorsunuz metne.

Bu tür şeyler sizi rahatsız edince, okumaya kendinizi kaptırmanız zor oluyor.

Son olarak, romanda bazı kimseler önemli yer tuttukları halde akıbetleri, niyetlerinin sonuçları havada kalıyor. Misal Anna Fyodorovna, ya da ilk çeviriye göre Anna Fedorovna. Esas kızın başlangıçta iyiliğini, sonra kötülüğünü isteyen bu kadın romanın sonuna doğru kendisinin yaratıp yaratmadığı kesinlenmeyen bazı olaylarda anılıyor. Güya bu kadın sık sık haber göndermektedir, ancak bir anda sonlanıveren romanla birlikte kendisi de soru işaretleriyle kalakalır. Sanki o da romanın bir anda bitiverişine şaşmış gibidir. Daha da önemlisi, esas kıza bir aşk mı, akrabalık sevgisi mi, dostluk mu beslediği yazar tarafından da karar verilemeyen M. Devuşkin'dir okuyucuyu şaşırtan. Kısacası, bazı belirsizlikler ve kararsızlıklar örgüsü olup çıkıyor roman.


İnsancıklar, Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Orhan Pamuk'un Önsözüyle
çev. Ergin Altay
İletişim Yayınları
Dizi editörü: Orhan Pamuk


İnsancıklar, Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
çev. Mehmet Zorludağ
İlya Yayınevi
2. basım, İzmir 2008

Yorumlar

  1. kesinlikle katılıyorum. çeviriler ve çevirmenler konusunda tecrübesizim ama bazı kitapları sırf dillerinden dolayı okuyamadığımı farkedince bu konulara eilmem gerektiğini düşündüm ama nereden başlarım bilemiyorum tabi =)

    YanıtlaSil
  2. Okumaya devam ederek başlamak mümkün ;) Her aldığımız kitap gerçekten iyi olmak zorunda değil, kötüler-vasatlar sayesinde iyileri ayırt edebiliyoruz..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikirlerinizi paylaşmaktan çekinmeyin!

Bu blogdaki popüler yayınlar

Manifesto

Uzun süredir kendimde gözlediğim bir şeyi buraya yazmam gerekiyor; çünkü burayı kitap, seyahat ve itiraz yazıları alanım olarak 2009'dan beri işgal ediyorum. Ben artık, kurgusal edebiyat okuyamıyorum. Dünyada milyarlarca kitap var, her hafta binlercesi basılıyor, her gün yüzlerce sayfası yazılıyor. Dünyadan el etek çekip hepsini okumaya kalksak bile buna ömrümüzün vefâ etmeyeceği aşikâr, şurada yazdığım üzere, belleğimizin de ; dahası, çok çok çok okumayı, misket sayar gibi kitap saymayı da gerekli görmüyorum: çünkü kurgunun sonu yok, ve daha büyük arayışlarınız varsa, tıkanacağı ve tükeneceği açık. Yaklaşık 200 yıldır, büyük yazarların klasiklerini okuyarak insanı, iç dünyasını, hezeyanlarını ve tekâmülünü öğrenmeye, takip etmeye çalıştı insanlık. Ancak bu kitap varlıklarının yaşamlarını kurgulayarak yazarlar, bir neviî insanın, yani kendilerinin aczlerini kırmaya çalışıyorlardı (Ahmet Altan'ın çarpıcı bir tespitini anımsarsak, " Kitap yazmak, insanın Tanrılığa en yaklaşt

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayınlandıktan sonra 2011 yılında hayata veda etmiş bir şair. Daha söyleyecek, yazacak çok şiirleri kaldı onda. Son kitabı Pu

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze