Ana içeriğe atla

Gülün Adı - 2. Gün

"30'lu yaşlarda yeniden Gülün Adı" isimli kış kitapları hareketime 1. Gün yazısının ardından 2. Gün yazısıyla devam ediyorum.


Bu 2 Gün'e dair okumalarımdan, yazarın romanın merkezine kitaplığı koyma fikrimden ayrılarak, kitaplığın içine romanı koyduğu sonucuna vardım. Öncelikle kitaplığın düzenlenişiyle romanın yapısı birbiriyle bağlı. Roman 7 Gün'ü anlatıyor ve kitaplık da birbirinden ayrılmış 7 duvarla betimleniyor.
Kitaplığın başlangıç noktasıyla, kahramanların sıklıkla ilk şüphelerine dönüşü de paralel.

Andrea Miniatures
Yasak katın labirentindeki kimi odalar tek yöne açılan, penceresiz ve levhasız, bir yere ulaştırmayan odalar. Bana bunlar bu ölümlerle ilişkisi olmayan rahipleri çağrıştırdı; kimilerinin bu cinayetlerle hiç ilgisi yok ve tekrar anılmıyorlar, manastırda yaşayan ve tamamının tanıtılmadığı kişiler bunlar. Bu penceresiz ve anonim odalarda kahramanlarımız bir süre vakit kaybediyor.

Penceresi ve birden çok kapısı olan odalar ise adları sıkça geçen ve birbirleriyle, cinayetlerle bağlantılı olan kişiler. Her bir pencere yolu farklı şekilde -ve bazen yanlış yönden- aydınlatıyor.

Yollarını şaşırarak labirentte kayboluşları, birbirine benzer söz ve davranışlar gösteren bu rahiplerden yok yere günlerce kuşkulanmalarını anıştırıyor. Bu rahipler aynı anda birkaç yöne açılan odalar gibi değişkenler.


Kitaplıkta bulunan değerli eserlerden İslâm âlimlerinin yapıtlarının övgüyle sayılması gururumu okşamadı değil. 1300'lü yıllarda Hristiyan rahipler kadar İslâm âlimleri de çok okuyup yazan, ilme çok önem veren değerli insanlardı. Botanik, fizik, optik, astronomi gibi pekçok bilim dalıyla ilgilenirlerdi ve bugünkü -inancı farketmeksizin- din sorumluları gibi dünyadan ve doğadan habersiz, karanlık, geri oldukları düşünülmezdi. Kitabın ufkunuzda oluşturduğu bir aydınlık düşünce de bu aslında. Dinle daha çok yoğrulan insanların, -Tanrıbilim, ilâhiyat dışında- doğa ve hayat ile, diğer ilim dalları ile uğraşmak için daha çok ve daha geçerli sebepleri olduğunu düşündürüyor size.

devamı da var:
Gülün Adı - 3. Gün

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayın...

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze...

İnsancıklar

İki adet alıntı sunuyorum sizlere. Birincisi, Ah şu masalcılar! Yazacak yararlı, hoş, kişiye haz veren bir şey bulamazlar da, ne kadar pislik varsa dökerler ortaya! Yetkim olsa yazmayı yasak ederdim onlara! Ne biçim şeylerdir yazdıkları? Okurken ister istemez düşünüyor insan... Kafasını kaşıyor. İnan olsun yasak ederdim onlara yazmayı! Basbayağı yasaklardım. (Kn. V. F. Odeyevski) Bu da diğeri; Ah şu hikayeciler yok mu!... Faydalı, hoş, ruh okşayan yazılar yazmazlar da, şunu bunu karıştırıp, ortaya dökerler. Elimden gelse, topunun yazı yazmasına engel olurdum. Nedir bu, okursun, okursun... alır seni bir düşünce... Aklına saçmasapan şeyler gelir. Vallahi, yazdırtmazdım bunları, hepsini yasak ederdim. (Prens V. F. Odoyevski) Dostoyevski'nin İnsancıklar romanı bu metinle açılıyor. Ancak iki farklı çevirmenle, metnin hangi noktalara gideceğini göstermek istiyorum. Bu incecik kitabın bana edebi çeviri' nin neredeyse çevirmenin edebiyatı olduğunu farketmemde faydası oldu. Ru...