Ana içeriğe atla

Gülün Adı - 3. Gün

Yıllar sonra Gülün Adı okumanın keyfine, Birinci ve İkinci Günler'den sonra, Üçüncü Gün ile devam ettim.


Okuyucu bu bölümde, Fra Dolcino ve tarikatının tövbe ve dünyayı arındırma amacıyla yola çıkarak ülkeyi nasıl kana buladığını öğrenir; ereğiniz inanç ve iyiye ulaşma bile olsa, elde edeceğiniz sonuçların tamamen sapkınlık olabileceği anlatılır.

Neredeyse tüm Dinler Tarihi böyle amaç ve sonuçlarla doludur. Tüm anlaşmazlıklar yorum farklarından doğsa da, tüm kanlar bu farkların birilerinin çıkarlarını bozma olasılıkları sonucunda dökülür. Çok çeşitli yorumların kendi uç noktalarında ısrarıyla, aynı kutsal kitaplardan çıkma satırlar, bambaşka teorilere, savlara dönüşürler ve tanınmaz hale gelirler. Tüm bunlar, inanç konusunda hassas, fakat inancı konusunda tamamen cahil, galeyana getirilmeye son derece elverişli halk kitlelerince benimsenince ortaya büyük kavgalar çıkar. Kurumlar ve görevlilerinin yetkilerinin sınır tanımamasıyla inanç tekelleşerek bir erk merkezi ve savaşına zemin hazırlar. Sonuçta her inanan, birbiriyle çatışır hale gelir.

Acaba hiç tanıdık geldi mi?

İsa'nın yoksulluğunu överek ve bu sebeple dünyevi zenginliği yererek yola çıkan pekçok vaiz, kentlerdeki zenginler, soylular ve aşırı zenginleşmiş kilise tarafından hoş karşılanmayarak dışlanmışlar, bu sebeple dilencilikle başlayan yolculuklarında köyleri yağmalamaya, hatta karşılarına Haçlı Seferi başlatılmasına dek varan kıyımlara sebep olmuşlardır. Bu gruplardan kaçan veya kopan kimi rahipler, başka tarikatlara sığınmış ve cinayetlerin işlendiği bu manastıra kadar gelmişlerdir.

Kıyımlar ve yakılmaları, farklı tarikatlara mensup rahiplerden dinleyen genç çömez, artık iyi-kötü hiçbir şeyi ayırt edemeyecek hale gelir. Tıpkı bu çağdaki insanların başına geldiği gibi!

Ayrıca roman bir Orta Çağ Suç Mahalli İncelemesi (CSI: Crime Scene Investigation) türüne bu kısımdan itibaren benzemeye başlar. Ancak burada hiçbir cinayet, modern çağa ait sebeplerle işlenmemektedir.


devamı da var:
Gülün Adı - 4. Gün

Yorumlar

Yorum Gönder

Fikirlerinizi paylaşmaktan çekinmeyin!

Bu blogdaki popüler yayınlar

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayın...

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze...

İnsancıklar

İki adet alıntı sunuyorum sizlere. Birincisi, Ah şu masalcılar! Yazacak yararlı, hoş, kişiye haz veren bir şey bulamazlar da, ne kadar pislik varsa dökerler ortaya! Yetkim olsa yazmayı yasak ederdim onlara! Ne biçim şeylerdir yazdıkları? Okurken ister istemez düşünüyor insan... Kafasını kaşıyor. İnan olsun yasak ederdim onlara yazmayı! Basbayağı yasaklardım. (Kn. V. F. Odeyevski) Bu da diğeri; Ah şu hikayeciler yok mu!... Faydalı, hoş, ruh okşayan yazılar yazmazlar da, şunu bunu karıştırıp, ortaya dökerler. Elimden gelse, topunun yazı yazmasına engel olurdum. Nedir bu, okursun, okursun... alır seni bir düşünce... Aklına saçmasapan şeyler gelir. Vallahi, yazdırtmazdım bunları, hepsini yasak ederdim. (Prens V. F. Odoyevski) Dostoyevski'nin İnsancıklar romanı bu metinle açılıyor. Ancak iki farklı çevirmenle, metnin hangi noktalara gideceğini göstermek istiyorum. Bu incecik kitabın bana edebi çeviri' nin neredeyse çevirmenin edebiyatı olduğunu farketmemde faydası oldu. Ru...