Ana içeriğe atla

Başkalarına Bakmak: Mahrem, Teşhir ve İki Yöntem

Başkalarına Bakmak, mahremden teşhire geçişin normalleştiği hızlı bir dönüşümde önem taşıyan bir konu. Kitle iletişim araçlarında, sanki hep büyük, gizli bir güç bizi izliyor ve veri topluyor algısı yaygındı, ama asıl gerçek şu ki, biz başkalarına bakıyoruz.

Mahrem ve teşhir, eskiden ev hâllerinden pekçok hayat olayına kadar haberi değilse bile detayları gizlenmesi gereken kavramları içerirken (evlilik, gebelik, doğum, ev alma, aile içi problemler, ayrılıklar, hastalıklar, kayıplar), artık biri tamamen parçalanmış, öteki tamamen sıradanlaşmış durumda. Mahrem, attığı her adımı tanımadığı yüzlerce insana ilan etmeye alışarak büyüyen yeni nesil için on yıla tamamen bir muamma haline gelecek. Teşhir ise, korkunç başlığı olduğu gibi bırakılıp içeriği daha masum bir kavrama ('paylaşım') eklenmiş, kayıp bir kelime artık.

Bu noktada, eski zamanlarda anne babalarımız neyi nasıl yapıyordu, gibi bir düşünme yöntemi kullanmak yol gösterici olabilir.
Evinizin içini, salonunuzun köşesini, uyuyan eşinizi, pijamalı hâlinizi, yeni doğmuş bebeğinizi, banyonuzu, yoldan geçen birisini çağırıp ona gösterir miydiniz?

Bunu anlık fotoğraflar ile yapıyor olmak, bu soru cümlesinin içeriğini değiştirmiyor. Bu soruyu, yapılan paylaşımlara yönelik olarak bir kere sormaya başlarsanız, mahremiyet saçılmasının ne boyutlara geldiğini görebilirsiniz.

Eskiden açığa vurulmadıkça pek çok şeyin özel olduğu düşünülürdü. Şimdi ise özel olduğu ispatlanıncaya ya da özel olduğu belli çabalarla tescilleninceye kadar pek çok bilgi ve belge kamusaldır kabulü var. (...) Günümüzde çoğu kişi için özel hayat, korunması ve muhafaza edilmesi gereken bir değer olmaktan ziyade şöhret ve bilinirlik karşılığında verilebilecek bir toplumsal bedel gibi görülüyor. (1)

Eylem olarak yapılmayacak bir şeyin, fotoğraf ile yapılmasının, bu durumu bu derece normalleştirmesi aslında ürkütücü. Fotoğraflara o an kimler bakıyor bilinememesi, bu ürkütücülüğün örtülmesine de yardımcı oluyor.

Mahrem, çocukluk/gençlik/evlilik/aile albümünüzü, sadece sizi ziyarete gelen komşularınız, yakın akrabalarınız, aile dostları ve çocukluk arkadaşları gibi, güvenilirliği, sizinle zaman geçirmişliği, kan bağı gibi sağlıklı sebeplere dayanan kişiler ile paylaşarak yeni, mutlu veya üzücü haberlerden haberdar edildikleri daha sağlıklı bir düzeni ifade ediyor. Ailenizi yıllardır ziyaret etmeyen bir akraba, arkadaş, komşu, sizin mezuniyetinizi, nişanınızı, doğumunuzu, hastalığınızı vb. haber alsa bile orada olanların görebileceklerine ulaşamaz ve bunlardan habersiz yaşamayı sürdürür. Bu 'habersiz yaşamak', onun için de, sizin için de sağlıklı bir durumdur. (Habersiz kalma korkusu, sosyal medya bağımlılığının yaygın sebeplerinden biridir.) Bu detayların paylaşımı için sizi arayıp sorması, tanışıklığınıza zamana eşlik eden bir emek vermesi beklenir.

Oysa şimdi, akraba, komşu, dost olmayan, belki arayıp sormayan kişilere ve yabancılara bu detayları ilan ederek, hepsini hayatımızda var sayıyoruz. Bunlar arasından güzel dostluklara dönüşebilen yol kesişmeleri, yeni fikirler de çıkabilir, ama bunun anlaşılması için yine eski bir yönteme başvurulur: sohbet, paylaşım, zaman ve emek vermek, görüşmek, konuşmak, beraber düşünmek.

Mahremini 'paylaşma'yı bir amaç uğruna yapanlar, bunun getiri ve götürülerinin genellikle son derece farkındalar. Herkes tarafından izlenmek, görülmek, beraberinde bir karışılma, hesap sorulma, başkalarının işin aslını bilmeden gördükleri kadarıyla yeterince bilgi sahibi olduğunu sanarak eleştirmeleri gibi yorucu durumlar yaratabilir. Bu kişiler genellikle kadın, anne, çocuk, işbölümü konularında farkındalık yaratmak isteyen anneler.

Kendimizle ilgili şeyleri sadece yakınlarla paylaşmak için bir yöntem de bu görselleri özelden göndermek (WhatsApp gibi). O an çok hoşa giden bir şeyi herkese göstermek istemek, kendini tutamama hâli de düşünülmesi gereken bir şey. Bir yere, etkinliğe gidip çevresine telefonsuz bakamayan insanlar görebilirsiniz. Bu ellerin kaşınma hâli, o ânı hemen sonsuzlaştırma isteği, eskiden fotoğrafçılarda görülürdü, herşeye potansiyel kadraj gözüyle bakardık. Bu durum belli bir gruba has olmaktan çıktı. Artık eller her an kamera düğmesine doğru hareketleniyor. Çok yetkinleşen telefon kameraları, herkesi yıllanmış fotoğrafçı hissiyatına getirebiliyor.

Bu durumda mahrem'i temsil eden başta ev, ev halkı, mesai saatleri dışında aileniz ya da yakın dostlarınızın dışında kimsenin bilme şansının olmadığı zamanlarınız olmak üzere, "sokaktaki birisine göstermeyeceğiniz, anlatmayacağınız" şeyleri anbean paylaşmak üzerine tekrar düşünmek gerek. Bize ne faydası olacak? Bilinmezliğin dayanılmaz hafifliği diye bir şey var.

Serinin 2. yazısı: Başkalarının Sevincine Bakmak: İncelikler ve İki Yöntem



Kaynaklar
(1) Nazife Şişman, Ocak 2018. "Yeni medya yeni ilmihal", şahsi web sayfası.
(2) Faik Uyanık, Mayıs 2013. "Sosyal Medyada Kurgusallık ve Mahremiyet", Kocaeli Üniversitesi, Yeni Medya Kongresi.
(3) Faik Uyanık, Mart 2010. "Kevin Robins: 'Sosyal medya eylemsizliği teşvik ediyor'", BBC Türkçe


Bu Web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na tabidir ve içeriğine ilişkin her türlü yazı içeren bilgi-belge ve her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları blog yazarına aittir. İşbu web sitesinin içeriği, sitede kullanılan her türlü yazılı malzeme Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve Türk Ceza Kanunu kapsamında korunmaktadır.
Sitede yer alan bilgilerin çoğaltılması, başka bir lisana çevrilmesi, saklanması veya işleme tutulması da dahil, blog yazarının önceden yazılı iznine tabidir. Bu sebeple bu sitede yer alan metinler kısmen veya tamamen sahibinin yazılı izni olmadan hiçbir şekilde, çoğaltılamaz, yayınlanamaz, kopyalanamaz, sunulamaz ve aktarılamaz. Sitenin bütünü veya bir kısmı diğer bir web sitesinde izinsiz olarak kullanılamaz.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Manifesto

Uzun süredir kendimde gözlediğim bir şeyi buraya yazmam gerekiyor; çünkü burayı kitap, seyahat ve itiraz yazıları alanım olarak 2009'dan beri işgal ediyorum. Ben artık, kurgusal edebiyat okuyamıyorum. Dünyada milyarlarca kitap var, her hafta binlercesi basılıyor, her gün yüzlerce sayfası yazılıyor. Dünyadan el etek çekip hepsini okumaya kalksak bile buna ömrümüzün vefâ etmeyeceği aşikâr, şurada yazdığım üzere, belleğimizin de ; dahası, çok çok çok okumayı, misket sayar gibi kitap saymayı da gerekli görmüyorum: çünkü kurgunun sonu yok, ve daha büyük arayışlarınız varsa, tıkanacağı ve tükeneceği açık. Yaklaşık 200 yıldır, büyük yazarların klasiklerini okuyarak insanı, iç dünyasını, hezeyanlarını ve tekâmülünü öğrenmeye, takip etmeye çalıştı insanlık. Ancak bu kitap varlıklarının yaşamlarını kurgulayarak yazarlar, bir neviî insanın, yani kendilerinin aczlerini kırmaya çalışıyorlardı (Ahmet Altan'ın çarpıcı bir tespitini anımsarsak, " Kitap yazmak, insanın Tanrılığa en yaklaşt

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayınlandıktan sonra 2011 yılında hayata veda etmiş bir şair. Daha söyleyecek, yazacak çok şiirleri kaldı onda. Son kitabı Pu

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze