Ana içeriğe atla

Başkalarının Sevincine Bakmak: İncelikler ve İki Yöntem

Acının tam anlamıyla bir karşıtı yoktur, kâh tatlı, kâh sevinç acının zıddı olarak kullanılabilirse de, tatlının karşıtı ekşi veya tatsız, sevincin karşıtı keder, hüzün de olabilir. Acı, içerdiği duygu şiddetiyle, etkilerinin sürekliliğiyle bu tanımlamaların üzerine çıkar.

Sevinç, önceki yazıda biraz düşündüğüm üzere kitle iletişim araçlarındaki mahrem ve teşhirin hemen altında duruyor. Sevincinizi paylaşırken, mahremin teşhiri gibi bir detayı gözardı etmek pek mümkün değil.

Çoğunlukla güzel şeyleri arkadaşlarımız, dostlarımız, ailemiz ile birlikte kutlamayı severiz, bu bir çeşit şükürdür de. Ancak sizinle yanyana kutlama yapan değerli kişiler ile, sadece hesabınızı takip eden tanıdık yabancılar ve hiç tanımadığınız yabancılar denk olabilir mi?

Güvenlik konusunun yanında, bir de kutlama ve sevinçlerin sınırsız paylaşımı sonucunda hayatta kayıplar yaşamış insanlara yönelik ağır bir travma ortamı meydana getirilebiliyor. Bunu tek başınıza değil, yüzlerce kişi bir araya gelerek yaptığı zaman bu zorlayıcı duruma belki istemsizce katkıda bulunmuş oluyorsunuz. Anneler, Babalar Günü ile ilgili olarak, anne babasını yitirmiş pekçok kişinin bu konudaki mesajlarını anımsıyorum. "Yarın burası baba resimleriyle dolacak ve ben kaçacak delik arayacağım," diye bir mesaj okumuştum yıllar önce Twitter'da. Anne babası sağ olanları elbette biliyor ve bununla ilgili diğer günler bir sorunu olmasa da, yarasının deşilmesine hiçbir zaman katkıda bulunmayarak başladım bu İncelik Hareketine. Benim annem, Annem iyi ki yanımda, o olmasaydı ne yapardım, diye başlayan cümleler...

Peki anne babamızın çok şükür sağ oluşunu kutlamak için Twitter veya instagrama resimlerini yağdırmamız şart mı? Bu inceliği, anne babamızı kaybetmeden evvel, kaybetmiş olanlara yönelik olarak gösteremez miyiz? Yaşamadan o acıyı anlamak mümkün değilse de, hayatın daha erken imtihan ettiği kimi insanlara, onların kalben zorlandığı belli günlerde, saygı göstermek mümkün değil mi? Resim yağdırmak bir saygısızlık değilse de, kaybı olanları düşünmek olmadığı kesin; sonuçta size ait bir anne veya baba, 486 takipçiyi şahsi olarak niçin ilgilendirsin?

Burada haydi önceki yazıda hatırlattığım eskilerin yöntemini uygulayalım.
Mahallenizde annesini yitirdiğini bildiğiniz bir komşuya, tanıdığa, karşısına geçip Anneler Günü'nde annenizle resimlerinizi gösterir miydiniz? Çocuk düşürdüğünü, çocuğunu yitirdiğini bildiğiniz ya da bilmediğiniz birisinin kucağına, bebeğinizin fotoğraflarını her gün sıralar mıydınız? 

Mutluluğu kutlama yöntemlerini biraz çeşitlendirirsek mutluluğu kutlamak diye tanımladığımız görsellerimiz, sadece bir (yüz, bin, milyon) görüntü olmanın ötesine geçer:

1. yöntem: Bunu mahrem tutarak, 486 takipçiyi her gün veya her hafta şahit etmeye gerek duymadan da kutlamak mümkün olabilir. Bunu gerçekleştiren az sayıda da olsa insan var. Düğünlerini, nişanlarını, doğumlarını son derece mütevazı tutarak, sadece en yakınlarını ve ziyaretçilerini şahit ederek paylaşan, hayatlarının dönüm noktalarını mahremiyet altında tutanlar. Bu, tebrikleri, mutluluklarını dostlarıyla yüzyüze paylaşmalarına engel oluşturmuyor. Şükürlerinden bir kayba da neden olmuyor.

2. yöntem: kutlanan şey bir hediye, seyahat, lüks tüketim, bir lütuf gibi bir şeyse, bunu bulamayan kişilere destek olabilmek. Örneğin ihtiyaç sahiplerine bir hediye, bir el uzatma, yanlarında olma gibi. Bir kitap aldıysanız, görselini koymak bir yana, belki bir okulun bir sınıfına kitap bağışına katılmak; bir kahve içtiyseniz, görselini koymakla yetinmektense, ihtiyaçlı bir anneye belki bir paket çay, toz şeker almak; şahane bir yerde bir yemek yediyseniz, story attıktan sonra, belki arayıp sormadığınız bir komşuya, her gün gördüğünüz bir esnafa belki bir yemek götürmeniz, veya bir paket pide yaptırıp firmanızdaki işçilere dağıtmanız. Bebeğinizin görsellerini kendinizi tutamadan paylaşıp durmanız elbette ki mümkün, çocuk hastalıklarıyla ilgili vakıf, derneklere destek olmak da mümkün.

Bu İyilik Hareketini hayatınızda gerçekleştirdikçe, "size ait olanların" görsellerini, bilgisini, herkese ama herkese çok da paylaşma gereği hissetmeyeceğinizi de tecrübe edebilirsiniz. Çünkü fark edersiniz ki sizdeki şeyler size emanet edilmiş nimetlerdir, dünyadaki pekçok kişide de vardırlar, ve başkalarının kayıpları sadece sizin yaşayacağınız kayıplara göre erkendir, başkalarının sevinçleri ise ancak sizdeki sevinçlerin henüz gerçekleşmemiş olanlarıdır.
"Açıkçası sosyal medyanın üretken ve yapıcı amaçlar için kullanılmasından çok uzaktayız. Bir teşhir dünyası burası." (1)
Bu iddiadan 9 yıl sonra umutlar büyüyor, algılar dönüşüyor. Sevinçleri başkalarına da vermenin yolları olarak:
< 1. Yazı: Nereden Başladık?
< 2. Yazı: Çocuklar için dernekler, vakıflar

< 3. Yazı: Çocuklar için bireysel yardım grupları ve aracılar

< 4. Yazı: Yeni platformlar ve projeler


Serinin ilk yazısı: Başkalarına Bakmak: Mahrem, Teşhir ve İki Yöntem

Kaynak
Faik Uyanık, "Kevin Robins ile söyleşi: 'Sosyal medya eylemsizliği teşvik ediyor' ", 2009, BBC Türkçe, ilgili link: https://www.bbc.com/turkce/ozeldosyalar/2010/03/100306_superguc_kevinrobins



Bu Web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na tabidir ve içeriğine ilişkin her türlü yazı içeren bilgi-belge ve her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları blog yazarına aittir. İşbu web sitesinin içeriği, sitede kullanılan her türlü yazılı malzeme Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve Türk Ceza Kanunu kapsamında korunmaktadır.
Sitede yer alan bilgilerin çoğaltılması, başka bir lisana çevrilmesi, saklanması veya işleme tutulması da dahil, blog yazarının önceden yazılı iznine tabidir. Bu sebeple bu sitede yer alan metinler kısmen veya tamamen sahibinin yazılı izni olmadan hiçbir şekilde, çoğaltılamaz, yayınlanamaz, kopyalanamaz, sunulamaz ve aktarılamaz. Sitenin bütünü veya bir kısmı diğer bir web sitesinde izinsiz olarak kullanılamaz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Manifesto

Uzun süredir kendimde gözlediğim bir şeyi buraya yazmam gerekiyor; çünkü burayı kitap, seyahat ve itiraz yazıları alanım olarak 2009'dan beri işgal ediyorum. Ben artık, kurgusal edebiyat okuyamıyorum. Dünyada milyarlarca kitap var, her hafta binlercesi basılıyor, her gün yüzlerce sayfası yazılıyor. Dünyadan el etek çekip hepsini okumaya kalksak bile buna ömrümüzün vefâ etmeyeceği aşikâr, şurada yazdığım üzere, belleğimizin de ; dahası, çok çok çok okumayı, misket sayar gibi kitap saymayı da gerekli görmüyorum: çünkü kurgunun sonu yok, ve daha büyük arayışlarınız varsa, tıkanacağı ve tükeneceği açık. Yaklaşık 200 yıldır, büyük yazarların klasiklerini okuyarak insanı, iç dünyasını, hezeyanlarını ve tekâmülünü öğrenmeye, takip etmeye çalıştı insanlık. Ancak bu kitap varlıklarının yaşamlarını kurgulayarak yazarlar, bir neviî insanın, yani kendilerinin aczlerini kırmaya çalışıyorlardı (Ahmet Altan'ın çarpıcı bir tespitini anımsarsak, " Kitap yazmak, insanın Tanrılığa en yaklaşt

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayınlandıktan sonra 2011 yılında hayata veda etmiş bir şair. Daha söyleyecek, yazacak çok şiirleri kaldı onda. Son kitabı Pu

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze