Ana içeriğe atla

İç İçe Sanat Dilleri


Kitap Gazetesi'nde Çizimle Dünyanın En Önemli Eserleri başlıklı yazı dikkatimi çekti. Yazının başında Ferhat Uludere, "desenleri, resimleri edebiyatın en önemli destekçileri olarak görmeye itiraz edenler, desenleri okuyucuya saygısızlık olarak görenler ve bunun okuyucunun imgelemine müdahale olduğunu düşünenler"den dem vuruyordu.

Yazıyla, fotoğrafla ve desenle yıllardır ilgilenen biri olarak bu konuda pekçok düşünce karşıma geldi şimdiye kadar. Örneğin fotoğraflı yazılar ve yazılı fotoğraflar üzerine üreten ve tüketen arasında büyük bir kararsızlık var. Aynı durum desenler içeren kitaplar, hatta kitap kapaklarındaki resim yapıtları için de geçerli.

Şunu açık bir şekilde ortaya koymalıyız ki sanatsal dillerin değişimleri, farklı dillerle iç içe geçmeleri her zaman yenilikler, arayışlar doğurdu. Bu arayışlar kimi zaman çıkmaz sokaklara vardı, kimi zaman ise bilinmeyen ülkelere.

Sadece görsel hareketliliğinden ibaret olan sinemanın ortaya çıkışıyla, gerçekliğe çok yakınlaşan resmin övülmesi bırakılarak farklı resim akımları doğdu, birebir gerçekliği arayan resimlerden uzaklaşıldı, gerçeği çarpıtan ve düş dünyasına kapılar açan ressamlara yer açıldı; sinemaya sesin ve müziğin, daha sonra görsel ve ses efektlerinin karışmasıyla akla hayale gelmeyecek zenginlikte işler ortaya çıkarıldı.

Kitaplar en başta kendileri görselliğe döküldüler, artık insanlar telefonlarından, tablet bilgisayarlarından okuyor kitapları.

Müzik bile, çoğu zaman görsel değil midir kafamızın içerisinde? Pekçok sanatçının müzik eşliğinde çalıştığını biliniyor. Müziğin tamamen renklerle yorumlandığı çalışmalar var, bunlarda ne müzik renkler yüzünden zayıflıyor, ne de renkler müziği geriplana itiyor.

Önemli olan şey, bir sanat dilinin, ötekine de yer açması, yüzde yüz bir matlıkla onu örtmemesi. Kendi özgün yanlarını yitirmeden varolması.

Sanatsal dillerin ortaya çıkış özelliklerine kıstırılması, sınırlanması, tüm kültür ve düşüncelerin iç içe geçtiği bu çağda, bu dünyada artık gerçekdışı. Sanatın iç dünyanın dışavurumu, yani bir nevi özgürleşme, özgürlük olduğundan yola çıkılıyorsa, bu tür tanımlamalar, kalıplar içinde sanattan bahsetmek çelişkili olur.

Bir resim sergisinde müzisyenlerin çaldığı müzikle o sergideki resimler başkalaşır; bir fotoğraf sergisinde şiir içeren yazılara, duraklara rastlanabilir, bir öykü kitabındaki desenler hatta karikatürler ile o öyküler genişler ve büyür. Bazı romanlar size öyle bir duygulanım verirler ki o sahneyi, manzarayı adeta gözlerinizin önünde görürsünüz ve bunu bir kâğıda çiziktirirseniz bunun kimseye bir zararı olmaz.

Bazı eserler ise yalnızlığı, kendi kendineliği şart koşarlar, buna da saygı göstermek gerekir.

Çocukluğumuzda bize okunan, ellerimizle yırtarak gerçekliğini aradığımız resimli masal kitapları bile düş gücümüzü kısıtlamamış, tersine açmıştır. Hatta o masallardaki hayvanların gerçeklerini çok sonraları görüp o resimleri unutsak bile, bizde doğurdukları ilk duygular, muhtemelen o hayvanlara olan yaklaşımımızı hayatımız boyunca belirlemiştir. Sanatta bir çocuk kadar önyargısız olmak her zaman aranan şey olduğuna göre, bu ilk alışkanlıklarımıza şans vermekte bir sakınca yok.

İzleyici işittiği ya da gördüğü dil ile sınırlı kalmaz, onu mutlaka yorumlar ve yorumlar da çeşit çeşittir, öyleyse bir sanat eserinin her izleyene aynı hissi vermesi gerektiği nasıl öne sürülemezse, bu çeşitlilik de savunulmaya değer.



İşbu Web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na tabidir ve içeriğine ilişkin her türlü yazı içeren bilgi-belge ve her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları blog yazarına aittir. İşbu web sitesinin içeriği, sitede kullanılan her türlü yazılı malzeme Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve Türk Ceza Kanunu kapsamında korunmaktadır.

Sitede yer alan bilgilerin çoğaltılması, başka bir lisana çevrilmesi, saklanması veya işleme tutulması da dahil, blog yazarının önceden yazılı iznine tabidir. Bu sebeple bu sitede yer alan metinler kısmen veya tamamen sahibinin yazılı izni olmadan hiçbir şekilde, çoğaltılamaz, yayınlanamaz, kopyalanamaz, sunulamaz ve aktarılamaz. Sitenin bütünü veya bir kısmı diğer bir Web sitesinde izinsiz olarak kullanılamaz.


Yorumlar

  1. Çok güzel bir yazı olmuş. Bence de görsellik hayal gücünü sınırlamaz, hayal gücünü genişletir. Çok güzel bir örnekleme ile masallardan yola çıkmışsın. Ben kitap okurken genelde elimin altında interneti bulundururum. Yer, yemek, eser, şarkı her neyse artık adı geçeni bilmiyorsam görsel olarak kendimi doyurmaya çalışırım. Bir yandan görsellik daha akılda kalıcı oluyor. Yazı uçup gider. En azından benim için öyle :) Aklımda isim tutamam, bir sözü sonuna kadar ezberleyemem ama işin içine görsellik girdiği an orada iyiyimdir işte :) Tabii bu kişinin nasıl tercih ettiğine bağlı. Bazen kendi hayal gücüme bırakırım ama eğer bahsedilen detaylar gerçek hayatta var olan ise bunu hayal gücüne bırakmak ciddi anlamda saçma olur :)) Sanat işin içine girdiği zaman bu böyledir gibi taraf tutmak sanata haksızlık bence. İnsanların kendini sınırlandırması, taraf tutması ve kesinleştirmesi kendilerine set kurmaktan başka bir şey değil. Kişinin tercihleri olabilir ama kişi bu böyledir diye kesin konuşmamalı en azından benim görüşüm böyle :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu da çok güzel bir yorum olmuş. :)

      Sil

Yorum Gönder

Fikirlerinizi paylaşmaktan çekinmeyin!

Bu blogdaki popüler yayınlar

Manifesto

Uzun süredir kendimde gözlediğim bir şeyi buraya yazmam gerekiyor; çünkü burayı kitap, seyahat ve itiraz yazıları alanım olarak 2009'dan beri işgal ediyorum. Ben artık, kurgusal edebiyat okuyamıyorum. Dünyada milyarlarca kitap var, her hafta binlercesi basılıyor, her gün yüzlerce sayfası yazılıyor. Dünyadan el etek çekip hepsini okumaya kalksak bile buna ömrümüzün vefâ etmeyeceği aşikâr, şurada yazdığım üzere, belleğimizin de ; dahası, çok çok çok okumayı, misket sayar gibi kitap saymayı da gerekli görmüyorum: çünkü kurgunun sonu yok, ve daha büyük arayışlarınız varsa, tıkanacağı ve tükeneceği açık. Yaklaşık 200 yıldır, büyük yazarların klasiklerini okuyarak insanı, iç dünyasını, hezeyanlarını ve tekâmülünü öğrenmeye, takip etmeye çalıştı insanlık. Ancak bu kitap varlıklarının yaşamlarını kurgulayarak yazarlar, bir neviî insanın, yani kendilerinin aczlerini kırmaya çalışıyorlardı (Ahmet Altan'ın çarpıcı bir tespitini anımsarsak, " Kitap yazmak, insanın Tanrılığa en yaklaşt

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayınlandıktan sonra 2011 yılında hayata veda etmiş bir şair. Daha söyleyecek, yazacak çok şiirleri kaldı onda. Son kitabı Pu

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze