Ana içeriğe atla

Gülün Adı - 6. Gün

Gülün Adı'nın sonuna gelirken, 6. Gün bir eğretilemeler, ironiler ve yanılsamalar günü olarak, daha sabahtan, bizi yeni bir cinayetle ve sorularla karşılar. Ancak bu kez gerçek, sözcüklerle sınırlı değildir, görmesini bilenler için bazı belirtileri açıktır.

Gerçeklere gözlerini ve kulaklarını tamamen kapamış bir inanan ile konuşmaya çalışmanın faydasızlığı, cahillerin kör bir inatla gerçeği işitmeyi reddetmesinden daha acıdır, çünkü «bilen» kişiler gerçeğe sırtlarını dönerken, eskiden okudukları ve onları gerçeğe yaklaştırması gereken bilgileri de karanlığa sürüklerler. Yol aydınlatıcı tüm bilgiler, aydınlanmaya harcanmış tüm zamanlar, aynı inadın bataklığına gömülür.

Burada kutsal yerlerin vaxgeçilmez birer parçası olan hazineler ve emanetlere yönelik bir vurguya değinmek istiyorum. Yüzlerce değerli eşya, mücevherler, haçlar, pelerinler, kutsal kişilere ait kol kemiği, diş gibi kalıntılar, hatta İsa'nın gerildiği çarmıha ait tahta parçaları, giysi parçaları bolluğu göz kamaştırıcı gelebilir. Ancak bu eşyalar listesinin aslında bedeli ödenmiş, içinde başkalarının hakları, haklılıkları ve belki de kanları bulunan kirli miraslar olduğunu düşünmeden edemezsiniz. Bu hazineler nerelerden yağmalanmıştır ya da aslen kimlere aittiler? İlk kim, bu kumaşın kutsal bir peygambere ait olduğunu savunarak yalan söyledi?

İnanç içerisinde örnek alınan, nurlu kişilere ait oldukları söylencesiyle yüzyıllar içerisinde bunların gerçekliğine kesinkes inanılır hale gelmesi, neyin gerçek neyin uydurma olduğunun birbirine karıştırılması, neredeyse Rabb'in yerine tapınılır hale gelen eşyalarla ve kalıntılarla, bunları çoğaltan ve gerçekliklerini iddia eden ruhlarla incelikle alay edilmektedir. Utanılacak ve övünülecek onca şey mevcutken, maddi zenginlik bunlar arasında en önemlisi değildir.

Romanın bu kısmında betimlenen düş ise,yazarın, tüm inanç meseleleri, hikâyeler, hazineler, sahtecilikler, göz boyamalar bir araya geldiği zaman müthiş bir eğretileme, kara mizah olarak ortaya çıkan seçimidir. Kutsal kişiler önce bilindikleri koşul ve davranışlarıyla ortaya çıkarlar, tüm Peygamberler tanıdıktır, yüzleri, giysileri ve duruşlarıyla; hemen ardından insanların onlara yakıştırdıkları, varolmayan özellik, söz ve davranışlara bürünürler ve bu korkunçtur; tüm Peygamberler, insanların onları görmek istedikleri biçime bürünürler. Böylelikle, insanlığın erdemlerine güvenebilecekleri biricik örneklerin de bozulmasıyla ortalık bir savaş alanına, tıpkı bir cehenneme döner.

Acaba insanlık, kutsal hikâye ve sözleri değiştirirken ve kendi çıkarları için çoğaltır, genişletirken, hiç böyle bir durumda kalacağını düşünmüş müdür?

Büyük sürprizlerle karşılaşacağınızın ipuçları verilerek 7. Gün'ü okumaya başlarsınız.

dahası da var:
Gülün Adı - 7. Gün ve Sonsöz

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Manifesto

Uzun süredir kendimde gözlediğim bir şeyi buraya yazmam gerekiyor; çünkü burayı kitap, seyahat ve itiraz yazıları alanım olarak 2009'dan beri işgal ediyorum. Ben artık, kurgusal edebiyat okuyamıyorum. Dünyada milyarlarca kitap var, her hafta binlercesi basılıyor, her gün yüzlerce sayfası yazılıyor. Dünyadan el etek çekip hepsini okumaya kalksak bile buna ömrümüzün vefâ etmeyeceği aşikâr, şurada yazdığım üzere, belleğimizin de ; dahası, çok çok çok okumayı, misket sayar gibi kitap saymayı da gerekli görmüyorum: çünkü kurgunun sonu yok, ve daha büyük arayışlarınız varsa, tıkanacağı ve tükeneceği açık. Yaklaşık 200 yıldır, büyük yazarların klasiklerini okuyarak insanı, iç dünyasını, hezeyanlarını ve tekâmülünü öğrenmeye, takip etmeye çalıştı insanlık. Ancak bu kitap varlıklarının yaşamlarını kurgulayarak yazarlar, bir neviî insanın, yani kendilerinin aczlerini kırmaya çalışıyorlardı (Ahmet Altan'ın çarpıcı bir tespitini anımsarsak, " Kitap yazmak, insanın Tanrılığa en yaklaşt

Didem Madak - En Kalması Gereken Şair

İki nefes arasında yazdım bu yazıyı. İki nokta arasında. Şiirini okumadan şiiri hakkında okuduğum ilk şair değil Didem Madak, ama azıcık dizesinin yer verildiği bir yazıyı daha bitirmeden karar verdim kitaplarını alıp okumaya. İki sayfa arasında. Sözcükler dergisinin en güzel, dolu dolu sayılarından birinde, 57. (Eylül-Ekim) sayısında bir yazıda rastgeldim şiirlerine. Daha ilk satırlarda yüzüme çarpan dizelerin oyunları ve ne kadar oyuncu olurlarsa olsunlar, dile getirdiği anlamların sahiciliği aklımı başımdan aldı. İnanırım bazen bir kâse bal bile umutsuzdur                                                  (Enkaz Kaldırma Çalışmaları'ndan) Şiirindeki dilin örgütlenişi, biçim ve içerik üzerine bir yazı olsa da, yazı içinde atıf yapılan dizeleri aç kurt gibi aradığımı görünce kitaplarını almam şart oldu. Didem Madak, üç tane incecik şiir kitabı yayınlandıktan sonra 2011 yılında hayata veda etmiş bir şair. Daha söyleyecek, yazacak çok şiirleri kaldı onda. Son kitabı Pu

Cemâlnur Sargut Maratonu: Tövbe, Hz. İbrahim, ve Ya Allah'ın Sevdikleri

Cemâlnur Sargut'un ikisi derleme, birisi de bir televizyon yayınının kitaplaştırılmış hâli olan 3 kitabını tek bir yazıda sunacağım, çünkü üçünü de ortak bir bakış açısıyla ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tanımayanlar için, Cemâlnur Sargut, "üniversite eğitimini kimya mühendisliğinde tamamladıktan sonra kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Halen, Türk Kadınları Kültür Derneği'nin (TÜRKKAD) İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürütmektedir. Otuz yılı aşkın süredir tasavvuf alanında yurt içi ve yurt dışında çok yönlü çalışmalar yapmaktadır. " "Ya Allah'ın Sevdikleri!" kitabı, zamanında bir TV kanalında yayınlanmış birkaç bölümlük sohbetin kitaplaştırılması ve içlerinde en iyisi. Çünkü diğer iki kitapta görülebileceği gibi metinlerde benim fikrimce konu bütünlüğü bulunmuyor. İlk kitaptaki sohbetlerde soruları soran ve dağılmaya meyleden konuları toparlayan Ferda Yıldırım. Bu anlamda belli başlıklar altında toplanan akış çok güze